• 12
    sene ben lisede iken okulun popüler kalecilerinden biriydim hatta en popüleriydim . şöyle ki ; volkan demirel gibi kısıtlı yeteneğimi artizlik yaparak kapatıyordum , beni izlemesi büyük keyifti . okulda sınıflar arası turnuvalarda bana teklif yağıyordu* *. her sınıfın kaptanını aldım karşıma ve tekliflerini dinledim . ve üst sınıfların birinin kaptanıyla 3 tabldot yemek 3 kola 1 hafta boyunca sınırsız poğaça ve takım kaptanlığına anlaştım . bir sözleşme imzaladık hemen 1 yıl kiralıktım ama opsiyonluydu seneye 2 katını teklif ederse gene onların kalesini koruyacaktım . ve maçlar başlamıştı ben her geçen turda resital sunuyordum hal böyleyken kız arkadaşım da böbürleniyordu , kızlara artizlik yapıyor o benim o benim diye . finale çıkmıştık , ben tam soyunma odasına giderken yaka paça biri çevirdi gel benimle dedi . ulan bu da ne ! bi kaç duvarda bir kaç kalp ve yanların bilmem ne kız isimleri ve childofbodom yazıyor . ee hatun başladı zırlamaya sen şöylesin sen böylesin , de get kızım dedim bana güvenmiyorsan bilmem ne hebelehübele desem de gitti davşanım o moral bozukluğuyla çıktım maça . şimdi bunu okuyan herkes çok kötü oynadığımı falan düşünecek ancak aksine penaltılara kalan maçta 5 te 3 yaptım takımımı şampiyon yaptım . sonra (bkz: haydi kızlar childofbodom'a) kampanyası başladı okulda .

    bu da böyle bir itirafımdır . sonra elimi eteğimi çektim bu işlerden bizimkileri aldım kahve'ye gittik batak oynamaya .
  • 148
    itiraflar karışık biraz da hikaye olacak ama okuyandan aro şimdiden.

    o zamanlar lise 2'ye gidiyorum. sporla aram arada halı sahalarda top oynamaktan ibaret. bir arkadaşım vardı masa tenisini çok severdi ben de çok beceremesem de okul bittikten sonra kalıp 1-2 saat ter atardık bununla. tabi delik deşik ederdi beni adamakıllı sayı alamazdım. neyse konu o değil. biz böyle oynarken bir gün beden eğitimi hocası bizi gördü sonra geldi yanımıza dedi ki: "merkezdeki spor salonunda tanıdığım bir hoca var eğer lisanslı oynamak isterseniz yönlendireyim sizi." tabi biz de lisansı falan duyunca bi heyecanlandık bizim arkadaş hemen atladı ben giderim diye. ben çekingen durdum kendime güvenmediğim için o yüzden gidip bir göreyim o zaman karar veririm dedim. gittik bununla okuldan çıkıp spor salonuna hocayı bulduk. baya güler yüzlü ve cana yakın sıcakkanlı bir adamdı. bizim arkadaşla birkaç set oynamaya gittiler ben de o ara kenarda oturuyorum. bir kız gördüm* ama böyle bir tatlılık yok hocam. kıvırcık saçlarıyla bir o yana bir bu yana uçuyor salonda hem iyi de oynuyor. düşük bir ihtimal olsa da belki bir muhabbet kurabilirim diye ben de salona devam etmeye karar verdim.

    2 ay geçti üzerinden aşağı yukarı başlamamın. kızla arada sırada muhabbet ediyoruz hoca eşleştiriyor falan. adam da kafa dengi olduğundan biliyordu kızla antrenman yapmaya can attığımı sağ olsun elinden geldiğince eşleştirmeye çalışırdı. neyse gene böyle bir gün çalışıyoruz hoca elinde bir duyuruyla geldi salona panoya astı. dedi herkes katılacak bu turnuvaya kendini deneyecek. il geneli bir turnuvaydı ve klasman farkı yoktu yani küçücük bebelerden tut hocalara kadar herkes aynı havuzda yarışacaktı. dedim tamam girelim ama bilmiyorum olacakları. yazdırdık isimleri falan benim kız da yazdırdı. sonra evlere dağıldık kızı otobüs durağına kadar götürdüm "umarım eşleşiriz :):):):):):)" dedim gitmeden.

    turnuva gününde salondayız. herkes yavaş yavaş başlıyor maçlarını yapmaya. hoca ben kursa başladığımdan beri bana takılmayı sever sürekli şakalar yapardı benimle çalışırken. gene geldi o gün yanıma yüzünde pis bir gülümseme var. "bol şans" dedi gülerek. ben de içimden seviniyorum herhalde beni bizim kızla eşleştirecek diye içim kıpır kıpır. yenmek önemli değil eşleşebilsem bilerek yenilirdim zaten sırf onun için. neyse bizim sıramız geldi eşleşmeleri astılar panoya üşüştük hemen. ulan bir de ne göreyim? ismimin karşısında hocanın ismi var. bizim kıza da ufaklardan birini vermiş. kız benden önce oynayacak ben ondan sonra yani ben haşat olurken seyredecek. neyse maça başlamak üzereyiz yerime geçtim hoca geldi yanıma gene sırıtarak: "şimdi sana her set 1 sayı vereceğim. ilk 10 sayıyı alıp 1 sayı vereceğim ve 3 set de 11-1 bitecek :):):)" ben kızardım zaten kız izliyor utancımdan darbeli matkaba döndüm olduğum yerde yerin dibine giriyorum. başladık maça ben var gücümle yükleniyorum adam hiç kasmadan topları geri yolluyor. resmen yıldıra yıldıra yendi beni herkesin önünde. maç bitince de "sende ışık var, pes etme :):):):):)" dedi gitti.

    zaten kendine güveni eksi değerlerde olan biriyim bir de o olay başıma gelince sahip olduğum azıcık cesareti de kaybedip kızla bir daha konuşamadım. gençlik işte toyuz kafa basmıyor sırf bu yüzden irtibat kesilir mi. o anki kafama tüküreyim. arada aklıma geldikçe iç çeker dururum.
  • 215
    2001-2003 seneleri arası yeni tanıştığım ve bir daha görüşme ihtimalimin düşük olduğunu düşündüğüm insanlarla konuşurken muhabbeti açılırsa, 17 mayıs 2000 galatasaray arsenal maçı na gittiğimi söylüyordum. orda olmayı o kadar çok istemiştim ki, o kadar çok hak etmiştim ki kendimce orda olmayı, artık ben bile inanır olmuştum gittiğime. dayımın anlattığı hikayeleri ben de ordaymışım gibi anlattıkça millette zevkle dinliyordu. sonra bıraktım tabi. yalan kötü şey.
  • 226
    fenerin 2012-13'de uel'de yarı final yapmasını ve beşiktaş'ın 2014-15'de uel'de son 16'ya kalmasını zerre hatırlamamam. çok sonradan detaylıca incelemiştim.

    kendimi bildim bileli delicesine futbol takip ederim, bir maç sallayın tarihini, skorunu falan az buçuk bilirim ama bu iki olay neden sadece ufak tefek detaylarla kalmış hafızamda hiç bilmiyorum. o detaylardan biri caner'in lazio'ya attığı gol, diğeri ercan taner'in good bye liverpool demesi, ama maçlarda ne oldu ne bitti, gündem nasıldı hiç hatırlamıyorum, ki fenerin yarı final yapması büyük başarı aslında.

    herhalde galatasaray 2012-2015 arası bayağı iyi olduğu için tamamen ona odaklandığımdan kaynaklanıyor ama bilemedim.
  • 213
    para ile bilet alıp girdiğim bütün maçları destekledigim takım kazandı. em meşhuru galatasaray kayserispor maçıydı, fenerbahçe'nin denizli' de şampiyonluğu bıraktığı. bir kere polis arkadaşım prandelli'nin son maçı olan trabzon maçında görevliydi, maça gittim yenildik. iki defa da aktifbank çalışanı arkadaşım, başakşehir ve kayserispor maçlarına ücretsiz bilet vermişti, ikisini de yine kaybettik. kayserispor maçı da rikerink'in son maçı olmuştu. artık istanbul'da yaşamıyorum, gitmesini istediğiniz bir hoca olursa, yol artı ücretsiz bilet ile bu işi halledebilirim.
  • 195
    futbolcu profillerini ve o hayatı ucundan (10 yıl- ilkgençlik) görüp de "ben bunların arasında tam bir gerizekalı olup çıkarım" düşüncesi başta olmak üzere, serseriliğe geçmeseydim, en kötü ihtimalle, bir süper lig takımında muhakkak forma giyebilirdim.

    sporu ve futbolu çok seviyordum. fakat o hırstan uzaklaşmam ve arınmam, kafamın dikindeki kişi olmam gerekiyordu. kesinlikle pişman değilim, ama yaş yolun yarısına gelince, insan "ulan acaba?" diye sormadan edemiyor.

    entry'i burada kesecektim, ama (itiraf içi itiraf) amca gibi eşref saatine girince, başka iş de yoksa sözlüğe gelip fikri ne olursa olsun, kalbi seninle veya gönül verdiğin o şeyle attığını bildiğin insanların arasında olmak, gerçekten çok özel bir his.

    nasıl olsa gece oldu, canı sıkılan okusun. konuyu biraz uzatacağım. hoşunuza giderse aro.

    oynadığım ilk resmi lig, benim de "futboldan anlamayan" arkadaşlarımı taşımaya çalıştığım amatör bir takımla katıldığım lig idi. 10 maçta 9 mağlubiyet ve 1 galibiyet almıştık; o bir galibiyet de, karşı takımın arabası bozulduğu için taksilerle yetişmeye çalıştıkları ama geç kaldıkları ve hükmen aldığımız galibiyetti. şaka değil.

    3-2 yenildiğimiz bir maç, "en iyi" performansımızdı mesela. ve ondan önce 9-0'lık bir albayrakspor mağlubiyetimiz vardı ki su birikintileri içinde, lidere karşı, deplasmanda oynamıştık. ilk yarı sonunda, suya düştüğü için hipotermi olan arkadaşımıza, ısınması için 'sıcak suyla' değil, önce 'soğuk suyla' müdahalede bulunmamız gerektiği dersini aldığım bir maç olmuştu. futbol, gerçekten hayattır...

    yıldız kategorisindeki bu ilgi çekici rezil sezonun ardından, minik takım başlamış ve sol bek olan abin co kardeşiniz, forvete terfi edebilmişti. şampiyon olamasak da, forvet oynayınca, futbolcu olduğumu hissetmiştim. ilk maç, o rezil kadrodan bir iki arkadaş dışında, daha küçük çocuklardan oluşuyordu; çoğu da mahalle arkadaşımdı, takımın yarısından fazlasını zaten ben geirmiştim...

    o minikler liginde, 10 maçta 12 gol attım. 4 maçta falan ikişer gol olmak üzere.

    birkaç yıl, şöyle böyle geçip gitti. genç takım dönemi gelmişti. benim bulunduğum yılda 83-85 doğumlular genç takımda olmasına rağmen, ben 86 doğumlu tek minik olarak, sol bekteki yerimi almıştım. gerçekten iyi bir takımımız vardı. hürriyetgücü, türkiye şampiyonasına kadar gidecek olan yolda açık ara liderliğe giderken ikinci olmuştuk. şerefli bir ikincilikti. hatta onlarla deplasmanda oynadığımız maçın tüm hakemleri kadındı. alın size 20 yıl öncesinden bir nüans.

    o minik halimle katıldığım takımdaki tecrübelerin üzerine, başka bir semt takımıyla pilot takım hüviyetinde bir birleşmeye gitmiştik. arda'nın semtinden bir takımdı. vaktiyle kendisi hakkında, bu ucubeye dönmeden önce yazdığım duygusal şeylerin sebebi de bu içre tarihti bu arada. neyse.

    bu takımdan gelen yetenekli gençlerle ve beni yaşım tutmamasına rağmen o genç takıma katan, bu çocukları da getiren, hakkı ödenmez adnan hocamızın vizyonuyla biz bir kolej takımı oluverdik.

    adnan hocamıza parantez açmak istiyorum. 14-16 yaşında çocukları, amatör kümede, çocuklarıyla birlikte getirip üstelik eşine günde üç öğün yemek yaptırıp bizi kampa götüren hocamıza ne söylesem az gelir, utanırım. sağ olsun. çok başka bir insandı. diyagonel pas tabirini ilk kez duyuyordum. taktisyen biriydi gerçekten. eminim, birçokları, bu topraklarda bu işleri yapmaya çalışıyor... keşke birazcık daha rahat ortamda olsalar.

    bu hocamızın kurduğu ve benim kaptanlığını yapıp 'takımda nerde hangi mevki eksikse orada' oynadığım takımla şampiyonluk mücadelesi verdik. şimdilerde üst liglerde olan esenler erokspor'la şampiyonluk kovaladık. hatta şampiyonluk maçında onları 5-1 yenip sonraki hafta saçma bir takıma yenilince, şampiyon onlar olmuştu. ki bu, benim en başta bahsettiğim, futboldan zihnen uzaklaşma sürecimin fitilini yakan en büyük hayal kırıklığı oldu. istanbulspor'a transferiim konuşulurken, ben sigaraya başladım. spordan, her şeyden uzaklaşıp eğitimime, yaşadığım yerden, zihnen uzaklaşmaya odaklandım.

    yine de harika zamanlardı. spor yapmak, dünyanın en güzel hislerinden biri. bunu futbol denen kalabalık- tuhaf sanatla birleştirmek de apayarı bir zevk.

    kusura bakmayın, yer işgal ettim.

    o erokspor'la oynanan şampiyonluk maçını tribünde izleyen babamın, "kaptan olan var ya, benim oğlum" dediği bilgisini haiz olmak, bana yetiyor ve yetecek, bundan sonrası için.
  • 262
    lisedeyken okullar arası basketbol maçında henüz daha 2. periyot oynanırken rakip lisenin tribününe hareket çekmiştim. bizim takımın koçuyla aram bozuk olduğu için adam beni hakeme şikayet etmişti, hakem de "görmedim" demişti. koç ise beni oyundan aldı.

    devre arasında soyunma odasından çıkıp ısınmaya gittiğim sırada rakip takımdaki arkadaşlarımdan 2'si beni çağırıp "kaç" diye uyardılar, ben de koç zaten beni oynatmayacak diye kaçmadım. 3. periyodun ortalarında bir ribaunt mücadelesinde kavga çıktı. ben benchin yanında olaylar yatışır diye düşünüp sakin sakin yerde otururken aniden rakip lisenin tribünü aşağıya indi. tribün aşağıya indiği gibi bizim benche koştular, koşanlardan birinin de elinde çakı vardı. ben çakıyı görür görmez kaçtım. zaten bizim takım da arkamdan kaçtı. 1-2 saat arası göt kadar odada mahsur kaldık.

    maç oynanmadı, iptal edildi. bizi de en son polis otobüsüyle salondan çıkarıp okula götürdüler. okul çıkışına da gelenler vardı ama kuzenimin arkadaşı sağolsun onları tanıdığı için onlar ben daha okuldan çıkmadan dağıldılar. zaten ben de sonradan oynadığımız hiçbir maça gitmedim. arkadaşımın dediğine göre bizim benche gelip "7 numara hanginiz?" diye sormuşlar.

    bunları yazma sebebim 17 mart 2024 trabzonspor fenerbahçe maçı olayları. lisedeyken ben nasıl ki rakip tribüne hareket çekerek onları tahrik ettiysem o maçta da fenerbahçeli futbolcular tribüne yaptıkları hareketle onları tahrik etmişlerdir, özellikle benle yaşıt olan irfan can eğribayat isimli futbolcu.
  • 132
    yıl 2006. 10-11 yaşlarındayım. fizik tedavi ile sol ayağımın güçlendiği ve topa vurabildiğim yılların başlangıcı. ben hep böyle şeyler yazınca sol ayağıma dem vuruyorum ama inan bana sözlük futbol oynamak o yıllar benim için büyük bir tutkuydu ve ben hep kahroluyordum o yıllar, çocukluğumun en verimli top oynayabileceğim dönemlerini hep kitap okuyarak geçirdiğim için. tamam kabul etmek gerekirse o kitaplar şimdi çok işime yarıyor, iyi ki okumuşum ama biraz daha fazla futbol oynayabilseydim eminim ki çok daha mutlu olurdum.

    neyse konumuza tekrar geri dönelim. nerede kalmıştık ? ha evet malum 2006 yılında 5.sınıfta okul futbol turnuvaları vardı ve ben mahalleseytani o zamana hayatında galatasaray'ının katıldığı futbol turnuvalarını izlemek dışında hiçbir turnuvaya dahil olmayan ben, sınıf takımında stoper oynayacaktım. o nasıl oluyor başka oyuncu mu yok dediğinizi duyuyorum ama abilerim ve ablalarım ben halen bilmiyorum nasıl seçildiğimi ondan önceki oynanan gırgırına maçlarda pek de kötü performans göstermediğimi biliyorum ama yine de beni seçmeleri tuhafıma gitmişti. düzen genelde böyle şeylerde bellidir, en yetenekli olan takımın kaptanıdır ve ilk 7'yi o seçer. en sona beni yazdığında ben nasıl garip bir mutluluğa girmiştim halen hatırlamıyorum.

    eve geldiğimde babama ve anneme böyle heyecanlı heyecanlı anlattığımda aslında hiç umurlarında olmadığını ve kendi dönemimden birinin seçimini bu kadar önemsememe kızdıklarını biliyordum ama onlar yine de sevinmenin rolünü iyi yapıyorlardı. antremanlarda bile ben sevinçten sırıtıyordum ama çok fark edildiğinde hemen ciddi görünmeye çalışıyordum ama içimde nasıl mutluluk patlakları patlıyor ben bunu dile getiremiyorum. antremanlarda bana hep bire bir adam savunmasını anlatıyordu o takımın en iyi oynayanı, çocuk bilmiyorum zannediyordu ama ben o sokaklarda oynarken bütün futbolun taktiklerini, şampiyonalarını, maçlarını, yalayıp yutmuştum. ha ama uygulamasını bilmiyordum ve o çocuğun öğrettiklerinin pek de işe yaramadığı çok değil 1 hafta sonra belli olacaktı. çok abartıyorsun bir top oynamışsın bile diyebilirsiniz ama kendinizi benim yerime koyduğunuzda eminimki beni anlayacaksınız.

    maçlar başladı, başlayacak ama bizde forma sıkıntısı var. maddi durumu pek iyi bir sınıf değildik açıkcası. diğer sınıfların biri kendilerine özel forma yaptırmıştı ve bizim ilk maç oynacağımız sınıf ise bir korsan forma dükkanıyla anlaşıp her biri farklı chelsea'li oyuncunun korsan formasını almıştı. ve o zaman devreye yine ben girdim, aldım evden bütün galatasaray formalarını, getirdim hepsini arkadaşlarıma giydi hepsi tek tek. komik duruyordu benim sırtımda 100. yıl forması birinin 2003-2004 iç saha forması, birinin 2001-2002 iç saha forması falan komikti ama sonuç olarak galatasaray olarak çıkmamızı sağlamıştım - forma krizinden dolayı koyu fenerli takım kaptanı ve orta saha oyuncumuz bile giymek zorunda kalmıştı. ulan kapitalizm sen nelere yol açıyorsun ! -ve o formayı giyip sahaya çıktığımda mutluluğunun nirvanasını yaşıyor gibiydim.

    drogbayı o zaman hiç sevmedim. biz b sınıfıydık rakibimiz a sınıfıydı yani chelsea formalılar. onlarda drogba formasını giyen çocuk galatasaray'ın altyapısında oynuyordu o zamanlar ve çocuk cidden çılgın yetenekliydi be abi. bir de hasselbaink forması giyen bir çocuk vardı çocuk o zaman 1.65 falandı ki ben anca 1.45-1.50 falanım. ve o çocuk en uçta oynuyor yani direk benim markajımdaydı ve o çocuk da çok iyiydi yani allah yetenek vermiş diyip kendimizi avutuyorduk. bizim takım kaptanımız bizden 3 yaş büyük doğulu bir çocuktu. harbi sahadaki en iyi fiziğe ve en iyi yeteneğe o sahipti ama kendi ailemdekilerden bildiğim için her yetenekli doğulu top oynayanın amacı herkesi çalımlamak olduğu için o çocuk da diğer doğulu akranları gibi bencil bir profil çiziyordu. ben de doğuluydum ama coğrafyamın bana verdiği yetenekler belki de küçükken geçirdiğim yanlış operasyonla "ayağımdan" alınmış böylece stoper oynamak zorunda kalmıştım.

    maç başladı. stoperde yanımda o zaman ki en yakın arkadaşım var. takımın taktiği oldukça basitti ne yapıp edip drogbaya topu vermemek ve bizim takım kaptanına topu atmak ve 1-2 tane gol atmasını beklemek. cidden taktik buydu ve bu basit kurguyu uygulamakta oldukça sıkıntı yaşadık. daha doğrusu olayı özetlemek gerekirse they have didier drogba we have mahalleseytani abi ben hayatımda bu kadar rezil olan savunma görmedim. adam bacak aramdan geçiriyor sağdan atıyor soldan geçiyor, böyle artistlik çalımlar falan darma duman oldum . ama içten içe seviniyorum olm bu çocuk galatasaray'da parlarsa takım dehşet olur falan diyorum böyle kendi kendime. takım kaptanı top drogba formalı çocuğa geldiğinde hasselbaink'e markajda bulunmamı söylemişti ama ben onu dinlemedim tabikide ve her drogba formalı çocuğa top geldiğinde servet şevçenko ilişkisi yaşıyorduk ve ilk 25 dakika( bir devrenin süresi) 4-2 onların üstünlüğü ile sonuçlanıyordu. takımda cidden üzülen bir ben vardım bir de takım kaptanı ama ben kararlıydım giydiğim forma galatasaray'ımın formasıydı ve ben bu formayı şerefimle taşımak zorundaydım.

    ikinci yarı başladı. cengaver stoper ben ikinci yarı başlar başlamaz bir pas atmışım sözlük, yani savunmadan selçuk inan'ın burak yılmaz'ın önüne atması gibi bir şeydi o. tabikide bizim kaptan boş geçmedi ama kimse pozisyonu anlamadı ilk başta. herkes top ayağıma geldiğimde aha yine bittik dercesine davranıyordu ama o pası attıktan sonra gol oldu ya. yedekler dahil bütün takım üstüme çullandı öne geçmişcesine seviniyorduk. sonra bizim takıma direnç geldi ve bildiğin çılgın oynamaya başladık. paslar, verkaçlar şut denemeleri falan takım çılgın atıyordu kelimenin tam anlamıyla ama onların kalecisi devleşmişti ama orada devreye biri girecekti. hikayede tabikide kahramanlık duygusuda katıcaz. maçın bitimine yaklaşık 10 dakika kalmıştı. korner pozisyonu oldu. arkadaşıma dedim ki sen gel buraya ben çıkayım. çıktım korner pozisyonuna arka direğin orada bekliyorum. kaptan aslında uzun arkadaşımıza atıcaktı ama o da sektirdi ve top bana doğru yükseldi. o sene anelka'nın elle gol atmasına bu kadar tepki gösterirken elle gol attığımı düşününce hayat harbi basit bir ironiye kaçıyor gözümde. golü attım ama kimse beni fark etmediği için elle attığımı fark etmemişti. her o gol aklıma geldiğinde kahkaha atarım şu an attığım gibi. takım nasıl seviniyor anlatamam kaptan 3 yaş büyük, öküz gibi güçlü beni sırtına alıyor falan gol attım diye. bir arkadaşım ayakkabı silme sevincini yaşıyor ama vicdanım rahat değil. nasıl olsun elle gol atmışım abi ben. futbolun en büyük hayranlarından ben, dürüstlüğe bu kadar önem veren ben bildiğin elle gol atmışım. neyse takımın huzurunu bozmamak için çaktırmıyorum, işime tekrar geri dönüyorum.

    maçın son dakikasıydı yine korner oldu. bu sefer o arkadaş dedi hadi çıkalım ikimizde belki birimiz atar diye. ama düşündüm bu sefer arka direğe birini koyacaklardı ve benim hava hakimiyetim neredeyse sıfır olduğu için ben ceza yayının orda durmayı tercih ettim orası yakın sonuçta okulda düzenlenen bir turnuva ve saha ortalama bir okul sahası büyüklüğünde. korner kullanıldı. o uzun boylu çocuk yine sektirdi ve yine o lanet olası top bana geldi. ama bu sefer ceza yayını orada. tek şansım vurmaktı. topu kontrol ettim tam vuruyordum bir anda arkamda birinin rüzgarını hissettim. ben hayatımda o kadar üşümemiştim. o rüzgar drogba formalı çocuğun rüzgarıydı. tam vurucakken yandan topu kapmış ve son dakikada golünü yazmıştı. skor 5-4 onların lehine sonuçlanmıştı. işin güzel yanı olması gereken olmuştu ilahi adalet elle attığım golü böyle cezalandırmıştı. aynı ilahi adalet o kadar şaibeli olaya rağmen bizi 2005-2006 sezonunda 16. şampiyonluğumuza ulaştırmıştı. takım arkadaşlarım beni teselli etmeye çalışıyor falan ama üzgün değilim ki ben hatta bir nevi vicdanımın rahatlığına çok güzel bir anı eklemenin mutluluğunu yaşıyordum.

    sonraki maç oynamadım. soğuk algınlığı yaşamıştım. bu da başlı başına yeterdi. zaten 3.lük maçında kendi formasını yaptıranlara kaybetmemiz oldukça doğaldı. anormal olan onların finale kalmamasıydı.

    bu arada 3-4 sene önce duydum o drogba formalı çocuk altyapıdan ayrılmış. çok yetenekli olup mental olarak eksik kalanlardandı sanırım o da.

    hem artık ben didier drogba'yı çok seviyorum !
  • 1
    burası bir spor sözlüğü olduğu için sözlük yazarlarının sportif konulardaki itiraflarını yazıyoruz buraya. şimdiden kimse gelip eski sevgilisinden yakınmasın.*
    mesela ben elano blumer i uzun zamandır takip ederdim. bir gün herkes 'lan elano gelmiş' falan diyince bu elano yu çakma elano zannedip, yüzünü görene kadar kendisine blumer diye hitap ettim. lan haldun haldun ama bir yere kadar dedim. sonra bir baktım ana bizim elano.

    bir keresinde de iddaa da fenere vermiştim. yatırdı beni.*

    edit: her zamanki gibi derken zaten bir kere fenere verdim. her zamanki gibi yatırdı ibaresi yatırdı beni olmuştur.
  • 250
    transfer sezonlarında acaba kimi alacağız diye değil acaba kimi satacağız diye heyecanla bekliyorum. o sebeple bu dönem * benim dönemim olacak.

    kerem, marcao, nelsson eldeki en değerli parçalar. üçünden şöyle bir 40-45 milyon euro gelir elde etsek geceleri mutluluktan uyuyamam. almayı değil satmayı seviyorum ben. almaya herkes alır, onda ne var…
  • 186
    halı saha maçlarında kornerlerin yüzde doksanında gelen ortayı smaçlayacakmış gibi elimi kaldırır son anda çekerim. rakiplerim de hep yer bu numarayı. 6-7 yıldır yapıyorum. yaptığım pozisyonlarda hiç kornerden gol yemedik ve sadece bir kez itiraz edildi bu duruma.

    not: hakemli turnuva maçlarında hatta 100+ taraftarlı maçlarda bile yaptım bunu. okurken komik gelebilir ama çok profesyonelce yapıyorum. *
App Store'dan indirin Google Play'den alın