• 48
    spor yazarları arasında farklılığını sürekli hissettiğim bir yazar idi kendisi ancak bu gece maç sonrası yazısını okumak amacı ile yazdığı gazetenin sitesini girip okudum ve alt kısımda ki ''önceki yazı''larına gözüm çarptı, ' sezen'e açık mektup' başlığı ile kaleme aldığı konu çok farklı ve etkileyici. kendisi bu duyarlılık ve mantıklılığı ile favori yazarlarım arasına girmiştir ki belirtmek isterim bu yazar sınıfında hiç bir spor yazarı yoktur efendim. bahsetmişken buyrun ;

    http://www.milliyet.com.tr/...112&b=Sezene acik mektup&a=uğur meleke&ver=85
  • 1025
    lirik reis.

    --- alıntı ---
    dünya futbol tarihinde ender görülen bir ikili izlenecek.
    --- alıntı ---

    hemen konuya teatral/sinematografik bir boyut getirmiş.
    öyle bir ikili ki adeta bir kavuklu ile pişekar, gene adeta bir laurel-hardy, ne bileyim sanki bir harold and maude (bak bu film senin için uğur bey kardeşim)

    bazı takımlar daha antrenörü belirlememişken, dalga konusu gündemi erkenden belirlemiş.

    geçen yıl “2000 yılda gelen bir jesus” idi , bu yıl gün hesaplı “ enteresan ikili”.

    sen çok yaşa lirik reis..
  • 215
    bugün itibarı ile hayatımda okuduğum en iyi köşe yazısını yazmış şahsiyet.
    lütfen bu yazıyı okuyun. okutun.

    türk spor medyasında böyle bir insan varken televizyonlar hala adnan aybaba, rasim ozan kütahyalı gibi topu görünce bomba diye karakola götürenlerle beraber futbolcu bozması, mahalle kahvesi ağzıyla konuşan insanlara kalmıştır.

    televizyon programları ne kadar acınacak durumda aslında böyle bilgili, kültürlü, tarafsız insanlar varken yukarda saydığım insanların eline düştüğü için.

    buyrun efendim bahsettiğim yazı;

    http://spor.milliyet.com.tr/.../1532897/default.htm
  • 475
    artık her hafta içi her gün 11.30 13.30 arası trtspor da manşetlerde spor programında değerli görüşleriyle yorumculuk yapacaktır.

    bugün aylardır veya yıllar şike kelimesi kullanılmayan kanalda istediği gibi bu kelimeyi telafuz edip bu sürece deyinmiş ve ilhan cavcav'ı da ağır eleştirilerde bulunmuştur.

    her sezon başı ilhan cavcav'ın bak konuşursam neler olur yer yerinde oynar demeçlerine, konuşta ne olacağını görelim de anlayalım demiştir.

    madem türk futbolunu düşünüyorsunuz ileri taşımak istiyorsunuz konuşunda herkes bilsin demiş.

    şike sürecinde ilhan cavcav 18 takım beraberiz birlik olmalıyız dediğinde ne oldu sende mi şike yaptın 18 takım beraberiz diyorsun. kendi takımını ve diğer takımları şikeye karışmış sayıyorsun ve aklı sıra desteğe çagırıyorsun diye, ayak yapıyosun dedi.

    madem aziz yıldırımı eleştiriyosun neden şike sürecinde savundun diye de uzayıp gitmiştir. (ilhan cavcav aziz yıldırım ve türk futbolu hakkında söylemleri)

    gerçekten dobra dobra ve açık konuşmuştur. ve tabi ki bu demeçler her zaman ki gibi medyamızda ve hiç bir gazetede yer almamıştır.

    her sabah vakti olan varsa bu programı izlemenizi tavsiye ediyorum.
  • 1074
    --- alıntı ---

    ben hala dortmund'dayım, hamburg'a iki gün sonra geçmeyi planlıyorum. kuzey ren-vestfalya'da cumartesi-pazar şahane bir hava vardı, yemek teslimatı sırasında sohbet şansı bulduğumuz fas asıllı belal'in deyimiyle "yaz dün geldi dortmund'a"

    dortmund’un tepesindeki kara bulutlar dağılırken, sokakları dolduran türkler’in suratındaysa puslu bir ifade var. özellikle pazar öğle saatlerinde kimle karşılaşsak soru aynıydı: güler’e ne oldu? güler neden ilk 11’de başlamadı? güler gerçekten yorgun muydu?

    problemin ne olduğu belli değil
    son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: ben, arda’nın yorgun olduğuna filan inanmıyorum. sakatlık riski çok muğlak bir ifade. gürcistan maçı biter bitmez böyle bir tevatür yaydılar ortaya. bilimsel terminoloji kullanmıyorlar, problem ne belli değil. darbe mi aldı, adale problemi mi var, eski bir sakatlığı mı nüksetti, aç mı, uykusuz mu ne oldu bu çocuğa! sonradan bir kasık hikayesi akla geliyor. o zaman en baştan bunu neden açıklamadınız? benim tanıdığım arda, değil doksan dakikayı kaçırmak, bir dakika daha fazla sahada kalmak için canını verecek bir çocuk. yeşil zemine aç. oynamaya aç. kendini gösterme konusunda tutkulu.

    turnuva öncesi demeçleri ortada
    dün sabah saatlerinde hürriyet spor müdürü mehmet arslan aradı ve ispanyol as gazetesi’nden tomas roncero’nun bir kıskançlık iddiasında bulunduğunu iletti. roncero’ya göre ilk müsabakadan sonra arda’nın çok fazla ön plana çıkması montella’yı rahatsız etmiş ve italyan teknik adam portekiz’e karşı onsuz oynayarak spotları kendi üzerine çekmek istemiş.

    rancero’nun bakış açısını anlıyorum. ama bence meselenin esas aktörü montella değil. ben esas aktörün tff cephesinde olduğunu düşünüyorum. elimde net bir bilgi yok ama turnuva öncesi demeçlerine bakarak arda’yı frenleyenlerin mehmet büyükekşi-hamit altıntop cephesi olduğu kanaatindeyim.

    1- semih kılıçsoy'un yaşadıkları
    filmi şöyle bir ay kadar geriye saralım lütfen: tff cephesi, dört tane pırıl pırıl 2005’li yıldızımız arda-kenan-semih ve can konusunda çok erken bir takım büyük laflar etmeye başladı. hamit altıntop, medyaya röportajlar veriyor ve bu çocukları 2032’ye hazırladıklarını filan iddia ediyor. çocukları şimdiden yıpratmayacaklarmış, koruyacaklarmış filan bir sürü lakırdı...

    ardından semih kılıçsoy’un hazırlık maçlarında oynatılmayıp ümit milli takıma kaydırılması gelişmesi yaşanıyor. kamuoyundaki baskıyla baş edemiyorlar, zaten elimizde santrfor da yok, semih’i euro 2024 kadrosuna alıyorlar.

    'semih kadroda' demek şaka mı?
    ama geçenlerde büyükekşi yine bir yere röportaj vermiş ve diyor ki "işte gördünüz mü semih kadroya alındı!" yahu siz şaka mı yapıyorsunuz? semih’in euro 2024’e gitmesi, sizin onu hazırlık maçlarında oynatmayıp ümit milli takıma kaydırmanızın hatalı olduğunun kanıtı! senin maharet zannettiğin şey, geçmişteki yanlışının ispatı.

    2- tuhaf bir 2032 meselesi
    sürekli hedeflerinin euro 2032 olduğunu söylüyorlar, zira federasyon olarak 2032’ye kadar görevde kalacaklarını ifade etmiş oluyorlar böylece satır arasında. hele de euro 2024’te milli takım iyi iş çıkarırsa, almanya’da başarılı olduklarını ve 2032’de şampiyonluk hedeflediklerini anlatacaklar ve bu ekibe devam etmeleri söylenecek. beklentileri bu.

    eğer 2024’te başarıyı arda’sız, kenan’sız, semih’siz yakalarlarsa, bu çocuklarla da euro 2032’yi oynayacaklarına dair tuhaf bir senaryo kurmuşlar kafalarında. e bu çocuklar 2024’te oynarlarsa, 2032’de oynayamıyorlar mı? yani bu çocukların şu anda oynamasıyla euro 2032’nin nasıl bir ilgisi var? ayrıca milli takım, oyuncu hazırlama yeri değil ki, seçme yeri. bugün kim iyiyse o oynayacak. 2032’de kim iyiyse onun oynayacağı gibi.

    bellıngham'ı saklamadılar
    fakat ısrarla bir aydır bu garip iletişimi yaptılar: bu çocuklar için erkenmiş. bu çocukları saklıyorlarmış, onlarla euro 2032’yi kazanacaklarmış. ama mesela ingiltere dünya kupası’nda bellingham’ı saklamadı, brezilya şu anda endrick’i saklamıyor. kim iyiyse o oynuyor.

    3- arda güler ve kenan'ın yedek kalması
    derken 22 haziran cumartesi günü geldi çattı, birkaç gündür söylentisi yayıldığı şekilde arda oynatılmadı. 3-0’dan sonra oyuna sokuldu, demek ki sakat değil. güya hoca risk almak istemiyordu, e o zaman 3-0’dan sonra bu çocuğun sokulması baştan oynamakla aynı riski taşımıyor mu?

    oynatmamak için inatlaşıyorlar
    arda’nın yedek kalması öyle katastrofik bir etki yarattı ki toz bulutu içinde diğer süperstarımız kenan’ın oynamaması daha az dikkat çekti. dikkat edin, aylardır büyükekşi-altıntop ikilisinin yaptığı iletişimle örtüştü bu durum: can uzun kadroda yok. semih kılıçsoy dakika almıyor. gürcistan maçının yıldızları arda ve kenan yedek bırakıldı. bir şekilde, bir sebeple bu çocuklara tuhaf bir mesafe besliyorlar.

    inatlaşıyorlar oynatmamak için. benim birkaç aydır tff’nin 2005’liler konusunda tutumuna baktığımda hissettiğim bu. montella sanki sadece bir araç. problem daha büyük.

    der spıegel'e almanya'yı kötüledim, manşet yapmışlar
    geçtiğimiz çarşamba günü medya çadırında oturuyorduk. der spiegel’den ron ulrich geldi, turnuvanın sosyal boyutuyla ilgili sorular yöneltti. ülkeyi, konaklamayı, ulaşımı, yemeyi-içmeyi değerlendirmemizi istedi. sanırım yorgunluk ve uykusuzluğun da etkisiyle zehir zemberek sözler söylemişim. almanya’yla ilgili son derece olumsuz konuşmuşum. onlar da manşet yapmışlar!

    dün makaleyi gördüğümde inanamadım, 6-7 uluslararası gazeteciden görüş almışlar. benim "dünya'nın her yerinde almanca konuşulmadığının farkındasınız değil mi" cümlem manşet olmuş.

    o olay şöyle gelişmişti: münih'te gazetecilerle görevliler arasında bir sıkıntı yaşandı. gazeteciler ingilizce konuşuyorlar, görevliler almanca. ben ortaokul seviyesinde almanca anlıyorum, iletişimi sağlamaya çalışıyorum ama başaramıyorum. en sonunda bir gazeteci "burada ingilizce konuşan birisi yok mu?" diye bağırdı. görevli de ona almanca, "burası almanya. burada almanca konuşulur" dedi.

    söz hakkına teşekkürler
    ben de şaşkınlıkla şöyle söyledim: "dünyanın her yerinde almanca konuşulmadığının farkındasınız değil mi?"

    der spiegel'e teşekkür ederim. karşıt görüşlere söz hakkı tanıdıkları için. eleştiriyi düşmanlık olarak görmedikleri için.

    --- alıntı ---

    arda güler'in sakatlığına inanmadığı için iki sayfa yazı yazmış. elinde sakat olup olmamasına dair done yok mesela. sadece inanma üzerine. arda'yı da büyükekşi ve hamit oynatmıyormuş.

    kendisi jorge jesus'a haşa hz. isa demesiyle tanınan bir isim. yani yazdığı yazılara buradan bakabilirsiniz.
    ---

    tff kendisi hakkında açıklama yapınca tamamen ad hominem yaparak konuyu bambaşka yerlere çekmiş. yaptığı şeye açıklama getirmeyip karşıya saldırmış.

    --- alıntı ---

    “1) bugünkü hürriyet gazetesi'nde yayımlanan "bence arda'nın oynamama nedeni büyükekşi ve altıntop" başlıklı köşe yazıma türkiye futbol federasyonu bir yanıt vermiş.

    verdikleri yanıtın paçalarından akan cehaleti kamuoyuyla paylaşma adına bu bilgilendirmeyi yapmak istedim.

    2) yazım aşağıda (üstte)
    tff aylardır 2005’liler konusunda garip bir iletişim yaptı. bu çocukları 2032’ye hazırlıyoruz gibi bir propaganda.
    önce semih’e kötü muamele. can kadroda yok. sonunda arda-kenan yedek bırakıldı.

    bu çocuklarla büyükekşi ve altıntop'un tuhaf bir derdi var.

    3) tff’nin yanıtında “bence diye başlayan yalan haber” diye bir ifade var. belli ki haberle köşe yazısı arasındaki farkı bilmiyorlar!
    köşe yazısı kişisel görüştür, özü “sübjektivite”dir.
    “bence” demelidir zaten köşe yazısı.

    ben köşe yazarıyım. hayatımda hiç haber yapmadım.

    4) sadece siteden yapmıyorlar açıklama. büyükekşi’nin iletişim müşaviri bana mesajlar da atıyor.

    öyle bir müşavir ki, “bağlaç olan ki” ile “ek olan ki”yi ayırt edemiyor.
    imlâ katli ekte.

    tff’de personel kalitesi buysa, haberle köşe yazısını ayırt edememeleri normal galiba.

    5)hukuki işlemlere başladıklarını söylüyorlar benim hakkımda.

    19 yıldır bu işi yapıyorum. defalarca dava edildim. bir kere bile haksız çıkmadım.

    19 senedir verdiğiniz yemeklere bir kere gelmedim, uçaklarınıza bir kez binmedim.

    ama mahkemelerinize gelirim gururla.

    6)belki zengin değilim, maybech’lere binmiyorum. özel uçaklarla gezmiyorum.

    ama sizinle aynı gemide olmamakla iftihar ediyorum.

    --- alıntı ---
  • 849
    27 ekim 2018 tarihinde güzel bir yazı kaleme almış spor yorumcusu...

    --- alıntı ---
    futbolcuları eleştirmek anayasaya aykırı mı?

    “hummels ve boateng’in oynadığı futbol çağ dışı... neuer artık uluslararası bir kaleci değil... ribery ve robben, bu seviye için çok yaşlılar.” bu sözler bayern münih başkanı hoeness ve yöneticilere göre ‘futbolcuların onuruna saldırı.’
    geçtiğimiz hafta içinde bayern münih başkanı hoeness, yanına kulüp ceo’su rummenigge ve teknik direktör niko kovac’ı da alarak çok enteresan bir basın toplantısı düzenledi. söz konusu toplantıda hoeness ve rummenigge, alman spor medyasına son bir uyarı yapmak istediklerini, eğer eylemleri tekrar ederse hukuki yollara başvuracaklarını söylediler.

    buraya kadar size sıradan gelmiş olabilir, çünkü türkiye’de çok yaygın bir tehdit biçimi bu. ancak bayern yetkililerinin gerekçesi dikkat çekici. başkan hoeness, eğer sporcularına karşı medyada aşağılayıcı tavır sürerse, alman anayasası’nın 1. maddesinin 1. bendine dayanarak mahkemeye başvuracaklarını söyledi. alman anayasası’nı bundesregierung.de adresinden indirdiğinizde söz konusu maddenin şöyle olduğu görülüyor:

    “insan haysiyeti dokunulmazdır. ona saygı duymak ve (onu) korumak, devletin görevidir.”

    hoeness ve rummenige’nin futbolcuların onuruna saldırı olarak gördükleri yorumlarsa şu minvalde:

    “hummels ve boateng’in oynadığı futbol çağ dışı... neuer artık uluslararası bir kaleci değil... ribery ve robben, bu seviye için çok yaşlılar.”

    hemen hemen aynı günlerde ingiltere’de bir başka büyük futbol ikonu, jose mourinho da, kendisiyle ilgili medyada yapılan eleştirileri “insan avı” olarak adlandırmıştı. mourinho’ya göre kendisine yapılan muamele insanlık dışı. ben meseleyi hem sporcu, hem de gazeteci penceresinden ele almaya ve anlamaya çalıştım. kendileri de birer eski sporcu olan hoeness, rummenige ve kovac’ın genç meslektaşlarını koruma düşüncelerini anlıyorum. ama eleştiriler bana hiç “haysiyet kırıcı” gelmedi doğrusu.

    medyanın tavrı nasıl olmalı?

    münih merkezli tabloid tz (tageszeitung), bayern münih yönetiminin bu çıkışı sonrası, son derece akılcı bir reaksiyon vermiş. hafta sonu bayern münih’in wolfsburg’u deplasmanda 3-1 yendiği maç sonrası, müsabaka tenkiti olarak şöyle bir metin yayınlamış: “bayern münih, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper, süper... (bütün bir yazı, bu tekrarla bitiyor)”

    yine almanya’nın en büyük günlük gazetelerinden süddeutsche zeitung ise, müstehzi bir köşe yazısı ile göstermiş tepkisini:

    “siz robben’in kırmızı kart gördüğüne aldanmayın. gerçek bu değil. her şey mükemmel.”

    13 yıllık meslek hayatımda çeşitli erk sahipleri tarafından defalarca mahkemeye verilmiş ve defalarca beraat etmiş bir gazeteci olarak alman medyasının bu tehdide karşı tavrını mükemmel buldum doğrusu. imrendim, kıskandım ve biraz da utandım galiba halimizden. mizah, doğru kullanıldığında muhteşem bir silah gerçekten.

    özkahya, yankaya, kalkavan

    medya-sporcu meselesini ele almışken, hakem-yönetici-sporcu ilişkisine de değinmek gerek. cumartesi akşamı sivasspor-fenerbahçe müsabakasını yöneten halis özkahya, tam 3 yıl sonra sarı lacivertlilerin bir maçında düdük çaldı. aziz yıldırım’ın tehdit ettiği özgür yankaya ise üç buçuk yıldır çıkmadı kadıköy’e.

    diğer bir enteresan gelişme caner erkin’in saha içinde mete kalkavan’a küfür davasından delil yetersizliği nedeniyle beraat etmesi. olayın tek şahidi tolgay, küfrü duymadığını söylemiş(!)

    haftanın sözü: “hakemlerden ricam, oyunun akışkanlığına özen göstermeleri. bir futbolcu sistematik olarak oyunu kesiyorsa onu geç kalmadan cezalandırmaları. bugün başakşehirliler bunu yaptılar ama benim futbolcum da yapıyorsa cezalandırın. oyunu kesmeyin.” (ertuğrul sağlam)

    haftanın dikkat çekeni: cuma akşamı lyon-nimes maçını 90 dakika izledim. ümit milli santrforumuz umut bozok, son yarım saatte depres’nin yerine oyuna girdi; 2 şut attı, 3 top kazandı. son derece etkili gördüm umut’u. 1996 doğumlu genç adamın gelişmeye devam etmesi mutluluk verici.

    --- alıntı ---
    http://www.hurriyet.com.tr/...a-aykiri-mi-40999955
  • 693
    uğur meleke bazen beni hayal kırıklığına uğratıyor ama genelde beğendiğim bir yazardır -ki itiraf edeyim ben çok zor beğenen bir kişiyim-

    sistematik faul konusundaki yazısı aşağıda.

    --------------------------------

    ingiltere federasyon kupası’ndaki chelsea-manchester united maçını izleme şansınız oldu mu, bilmiyorum. en azından haberlerde görmüşsünüzdür, dünyanın en iyi orta saha oyuncusu kante golü attı, chelsea yarı final biletini alarak duble şansını sürdürdü.
    saha kenarında conte ile mourinho kapıştı. ama maçta hepsinden çok daha önemli bir detay vardı bence: bugün beşiktaş-olympiakos maçını yönetecek genç hakem michael oliver’ın, herrera’ya gösterdiği ikinci sarı kart...

    maçın 90 dakikasını kaçırıp sadece özetleri gördüyseniz muhtemelen şaşırmışsınızdır herrera’nın kartına. zira herrera’nın hazard’a hareketi tek başına izlendiğinde sıradan bir faul görüntüsünde. ama o sarı kartın altyapısı enteresan: manchester united’lı oyuncular maçın 1’inci dakikasından o kartın verildiği 34’e kadar sistematik bir şekilde faullü oynadılar hazard’a karşı. belçikalı yıldız, 34’e kadar darmian, jones, rojo ve pogba’dan da birer faullü hareket görmüştü.

    karti gösterdi çünkü

    o dakikaya kadar chelsea, pas isabetinde yüzde 88’e 68, şutlarda 7-2 üstündü. üstelik londra ekibi toplam yalnızca 1 faul yapmıştı, manchester’ın sistemli sert oyununa karşılık. oyunu chelsea oynamaya, manchester bozmaya çalışıyordu. hakem oliver da belli ki bunun farkındaydı ve herrera’nın faulünden bir dakika önce phil jones’u uyardı, bu oyunu sürdürmemeleri için. hatta bir iddiaya göre 33’üncü dakikada bu uyarıyı kaptan smalling’e de iletti. durum değişmedi, yalnızca 60 saniye sonra top hazard’ın ayağındayken herrera gereksiz bir faul yapınca oliver, ispanyol oyuncuya ikinci sarı kartını gösterdi. herrera şaşkındı, mourinho şaşkındı. portekizli teknik adam maç sırasındaki yoğun hayal kırıklığına rağmen, müsabaka sonrası oliver’ın büyük bir potansiyeli olduğunu söyledi yine de ingiliz medyasına.

    * * *

    benim de çok beğendiğim bir hakem olan michael oliver, bu akşam beşiktaş-olympiakos maçında nasıl bir yönetim gösterir bilemiyorum. ancak şundan eminim: oliver, oynayan taraftan yana olacaktır. futboldan yana. esasında, süper lig’in de en büyük problemi bu değil mi zaten? hafta sonu ayıla bayıla izlediğimiz, sezonun belki de en güzel maçında, vodafone arena’da kaç faul düdüğü çaldı biliyor musunuz? tam 35... premier lig’de maç başına ortalama yalnızca 23 faul olurken, hakemler hâlâ oyunu koruma derdinde. buradaysa nefesimiz kesilerek izlediğimiz beşiktaş-kayseri maçı bile 35 kez faul düdüğüyle durmuş, yalnızca 5 sarı kart çıkmış.

    değerli mhk başkanı’ndan ricam, tüm hakemlerimize michael oliver’ın herrera’ya gösterdiği kartı ve nedenini anlatması:

    bir sarı kartın çıkması için illa ki o faulün tek başına kartlık olması gerekmiyor.

    sistematik faul nedeniyle sarı kart çıkarmak için, illa aynı oyuncunun 3 faul peş peşe yapması, hakemin eliyle sayarak göstermesi gerekmiyor.
  • 415
    --- alıntı ---

    olimpiyat çift şeritli bir yol: bir spor kültürü inşa edip olimpiyata aday olabildiğiniz gibi, aday olarak bir spor kültürü geliştirme şansınız da var. o yüzden bence olimpiyat organizasyonunda kaybeden yok: evet, ioc’nin seçtiği kent, organizasyonu gururla düzenliyor ama seçmedikleri de olimpiyat düzenleyecek tesislere, spor politikasına ve olimpizm duygusuna sahip olmayı öğreniyor, gelişiyor, mesafe kat ediyor.
    biz de 20 yıllık olimpiyat serüvenimizde çok mesafe kat ettik, ioc üyelerinin en az 49’u da bu mesafeyi bize çeşitli turlarda verdikleri oylarla onayladılar. bize bu yarışta ikincilik gururunu yaşatan yetkili ve gönüllülere teşekkürü bir borç biliriz.

    kaybetmeyi bilmek
    zaten günün sonunda bizi üzen yarışta ikinci olmak değil, ikinciliği kabullenme konusunda gösteremediğimiz olgunluk. kaybettiğimiz japonlar’ın dünyanın en güzel kaybedeni olması da mevzuyu daha da ironikleştiriyor! bir japon geleneği olan sumo güreşi müsabakası izlediğinizde, eğer kuralları bilmiyorsanız maçın sonunda kimin kazandığını kimin kaybettiğini anlayamazsınız. kazanırken öyle saygılı, kaybederken öyle olgundur bu japon dostlarımız. bizse maalesef bakan düzeyinde “kına yakın” veya “biz alamadık, siz aldınız mı” olgunluğunda karşıladık mağlubiyeti... yazık...

    sportif başarı
    üstelik bu yarışta ikinciliğin gurur verici olduğunu gösteren o kadar çok faktör var ki! şu ana kadar yaz olimpiyatlarını düzenleme hakkı kazanan yalnızca 19 ülke var, bunların (çeşitli siyasi travmalardan geçen çin ve kore dışında) 17’sinin olimpiyat katılım sayısı yani olimpik tarihi bizden fazla. yine aynı 19 ülke içinde (meksika dışında) 18’inin madalya sayısı da bizim üstümüzde. yani belli ki olimpiyat komitesi tarih boyunca organizasyon reyini yalnızca kent güzelliğine göre vermemiş, birinci önceliği olimpiyat tecrübesi ve sportif başarı olmuş (türk kamuoyunun bir türlü beğenemediği japonya’nın olimpiyat madalyası sayısı 398, türkiye’ninse 88...)
    zaten üç aday şehrin tanıtım filmleri incelendiğinde japonya’nın nerdeyse bütünüyle, ispanya’nın da yarı yarıya spor tarihini ve sporcularını gösterdiğini, bizimse kent tanıtımıyla insanları etkilemeye çalıştığımızı gözlemliyoruz. gerçi itiraf etmek gerekirse bu filme koyacak ne sporumuz kaldı ne sporcumuz: bir kısmı ırkçı, bir kısmı dopingci çıkmış milli gururlarımızı(!) göstermekten çok gizlemeye çalışmamız doğal herhalde!

    kent tanıtımı
    spor ya da sporcu olmayınca ağırlığı kent tanıtımına vermişiz ama istanbul tarifinde de yıllardır “iki kıtayı bağlama” esprisine takılıp kalmışız! filmimizin başrolünde börekler-çörekler, güzel kızlar-çocuklar ve deniz dışında yine iki kıta bağlama tabelası başrolde, iki eski ve basit tabela... madem bütün tanıtım filmlerimizin başrolünde bu iki tabela oynayacak, bari onları yenileyip elektronik filan yapsaydık ya! bir de şunu merak etmeden duramıyorum: eğer bir gün bir organizasyon yarışında karşımıza iki kıtayı bağlayan bir kazak, bir rus veya bir mısır şehri çıkarsa başka hangi argümanı geliştireceğiz allah aşkına? istanbul’un tek özelliği iki kıtayı bağlamak mı sahiden?
    tabii ecnebilerden gizlemeye çalıştığımız gerçeği bu kentte yaşayanlar açıkça biliyorlar: kamera o tabelalardan 30 derece içeri kayarsa köprünün üstünde çilekeş bir trafik var. her gün 3,5 milyon aracın yola çıktığı, her güneş doğuşunda da bine yakın yeni aracın trafiğe katıldığı bir kentte yaşıyoruz biz. tanıtım filmindeki o trafik yok tabii, deniz var bolca. ama o denizde de ulaşım imkânı yok denecek kadar az. mesela beşiktaş’tan vapura binip bakırköy’e gidemezsiniz bu kentte. kadıköy’den deniz otobüsüyle pendik’e ulaşamazsınız. denizi sadece kıta değiştirecekseniz kullanabilirsiniz, ya da şanslıysanız, sabahın köründe tek bir seferi yakalayabilirseniz kabataş’tan istinye’ye filan gitmek mümkün. aksi takdirde trafiğe mahkumsunuz. ama bu kentte yaşayan 13 milyon insanın çektiği çile değil derdimiz tabii, dünyanın kalanını istanbul’un harika bir şehir olduğuna inandırmak sadece...

    savaşa da hazırız, olimpiyata da...
    istanbul tanıtım filmimizle bu kentin harika bir yer olduğunu da dünyaya inandıracaktık belki ama maalesef savaş denen soğuk, ruhsuz ve kahpe gerçekle yüzleştik. sayın başbakan olimpiyata hazır olduğumuzu dünyaya haykırmadan 24 saat önce savaşa da hazır olduğumuzu iletmişti yeryüzüne. bir kentin hem savaşa hem olimpiyata hazır olması nasıl bir çelişkidir allah aşkına? üstelik başbakan, savaşa hazırız derken neyi kastetti ki sahi? referandum yapılıp halka savaşa hazır olup olmadığı soruldu da ben mi duymadım acaba? veya kimyasal silah kullanan muhataplarımıza karşı her eve gaz maskesi dağıtıldı da benim eve mi ulaşmadı sahi? ben 70 milyonda bir sade vatandaş olarak savaşa hazır değilim sayın başbakan. galiba hiçbir zaman da hazır olmayacağım. arz ederim...

    --- alıntı ---

    http://skorer.milliyet.com.tr/.../1762287/default.htm
  • 627
    yaptıgı tüm yorumlarının altında ciddi bir emek olan spor yazarı.

    konusmadan, araştırmadan, ölçüp biçmeden işkembeden salladığı hiçbir yorum oldugunu düşünmüyorum. ayrıca bir konusmasında bahsetmişti bazen aynı anda 2 -3 maçı açıp aynı anda izleyip notlar alıyormuş çeşitli liglerden. yani dünya futbolunu ve ivmesini, evrimini, bunların ülke futboluna etkilerini ve bizim de kendi sikletimizde nerelere gitmemiz , nasıl hamleler yapmamız gerektiğini kendince yaptıgı çok mantıklı cıkarımlarla izah etmeye calıstıgını düşünüyorum. yani ne teorik ve gerçek dışı bir sıkıcılıkla ne de goygoya vardırılacak bir kahve üslubuyla değil , dinleyenleri ikna eden gerçek bilgileri yorumlayarak herkesin anlayabileceği dilde, gayet net anlatmaya çalışıyor.

    yorumları genelde hep çıkarım üzerine demiştim mesela; "bence burada şu oynasa daha iyi olur" gibi değil, "galatasaray'ın geçen yıl 3 golden fazla attıgı maçlarda burak 2. santrfor olarak geride oynamış ve burak hiç ofsayta yakalanmamış , ayrıca bu maçlarda rakibe ortalama 5 şut attırmışlar. burak 'ın tek forvete geçmesinden sonra gol sayısı 2 nin altına inerken verilen pozisyon da 2 kat artmış, demek ki burak hem orada daha verimli oluyor hem de takım daha az pozisyon veriyor" diyerek reel bir yorum yapıyor. bu yüzden bu ciddiyeti ve sağlam analizleriyle bence türk futboluna gelmiş en iyi yorumculardan biridir. "bloklar arası boşlukları iyi kapatmak lazım" denilen bir standarttan sonra ilaç gibi geldi.
  • 414
    yine son şike olayları ile ilgili mükemmel yazmış ellerine sağlık.

    o gemi battı!

    uefa’dan sonra cas da son sözü söyledi; takke düştü, kel göründü. bizim iki yıldır birbirimize itiraf edemediğimiz gerçeği, kralın çıplak olduğunu birileri son kez suratımıza haykırdı.
    süreç yaklaşık 2 yıl sürdü ve bu 2 sene anlaşmadan çok anlaşamama; anlamaktan ziyade anlayamama, akıl sır erdirememe, inanamama minvalinde geçti çoğumuz için.

    eski tff’nin aylarca “yeterince delil yok” diye niye konuyu sündürdüğünü… ortada yeterince delil yoksa neden fenerbahçe’yi avrupa’ya göndermediğini… fenerbahçe kulübü’nün aylarca masum olduğunu iddia ettikten sonra neden cas’taki davasını geri çektiğini… önce neden 58’inci madde değişsin, sonra neden değişmesin dediklerini… yeni tff’nin “şike sahaya yansımamış” açıklamasından sadece bir hafta sonra pfdk’nın ibrahim akın ve ahmet çelebi’ye “müsabaka sonucuna etki etmekten” neden ceza verdiğini… eğer akın ve çelebi müsabaka sonucuna etki etmekten ceza aldıysa, şikenin sahaya nasıl yansımadığını… eğer şike sahaya yansımadıysa, akın ve çelebi’nin müsabaka sonucuna nasıl etki ettiğini… eskişehirli ümit karan’ın canlı yayında açıkça, fenerbahçe’nin şampiyonluğunu istemediği için bile bile sezer’e gol pası vermediğini itiraf ettiği halde, neden ülkede büyük gürültünün kopmadığını… anlayamadım… çoğumuz anlayamadık.

    anlayamadıklarımız bunlarla da kalmadı… başbakan’ın neden “8 takım düşerse futbol ekonomisi batar” diye topa girdiğini… velev ki futbol ekonomisi batsın, bunun futbol ahlakımızın batmasından, hiç kimsenin kimseye güveninin kalmamasından neden daha kötü bir şey olduğunu… bakan kılıç’ın neden o günlerde “hepimiz aynı gemideyiz” açıklaması yaptığını… namusluların, sırf futbol ekonomisi batmasın diye şikeye tenezzül edenlerle neden aynı gemide olması gerektiğini… o günlerde “ben o gemide değilim” yazdığımda, “başbakan yanılıyor, futbol ekonomisi batarsa batsın, ahlakımız batmasın” dediğimde neden hemen hemen hiçbirinin benimle aynı fikirde olmadığını… o günkü kulüpler birliği sözcüsü cavcav’ın neden “bütün kulüpler bir aradayız, omuz omuzayız” diye açıklama yaptığını… eğer bir, iki veya sekiz kulüp şikeye karıştıysa, diğerlerinin neden onlarla kayıtsız şartsız birlikte olduğunu… anlayamadım… hiçbirimiz anlayamadık.

    ***

    yukarıdaki anlayamadıklarımızı zaten 27 haziran’da bu sütunda okumuştunuz; şimdi anlayamadıklarımız listesine yenileri eklendi: uefa disiplin kurulu’nun 3 temmuz 2011’de başlayan sürecin kararını neden ancak 724 günde verebildiğini… eğer bu konuda sağlıklı karar vermek için 724 gün gerekiyorsa, cas’ın davayı nasıl 65 günde görebildiğini… eğer 65 gün bu davayı yorumlamak için yeterliyse, uefa’nın kararı neden 724 gün sündürdüğünü… anlayamadık.

    hadi iki yıl beklediniz, ortada ne ibrahim akın kaldı, ne mosturoğlu. ne adalı kaldı, ne turan… fenerbahçe ve beşiktaş kadrolarındaki 57 oyuncudan 37’si değişmiş… bari uefa disiplin kurulu kararını 15 mayıs’ta verse, cas’ın hızlandırılmış yargılaması da 1 temmuz’da bitse… en azından bugünkü teknik kaos, daha az kargaşayla atlatılmaz mıydı? şimdi fenerbahçe’ye (ve hâlâ kararı açıklanmamış beşiktaş’a) ön elemeleri oynattınız; direkt olarak 5-6, dolaylı olarak 15-16 takımın hakkına neden tecavüz ettiniz ki?

    eğer bu yargılama 1 temmuz’da neticelense, fenerbahçe’nin cezasının bu yılı da kapsadığı o tarihte açıklansa, (beşiktaş’ın dava neticesine göre) arsenal’le karşılaşan belki beşiktaş, belki de bursaspor olacaktı! eğer bugün beşiktaş, tromsö’ye elenir ve cas cezayı kaldırırsa, siyah-beyazlılar haksızlığa uğramış olmayacaklar mı? eğer haziran’da beşiktaş türkiye’yi devler ligi ön elemesinde temsil edeceğini bilse, muhtemelen kadro planlamasını da ona göre yapacaklardı. ya da beşiktaş’ın cezası da onanırsa, aynı şekilde bursaspor’un yaz planlarını şampiyonlar ligi için yapma şansını neden ellerinden aldınız ki?

    ayrıca uefa, haziran sonunda bursaspor’la yazışmış ama yeşil-beyazlıların şampiyonlar ligi umuduyla ilgili net bir yanıt vermemişti. şimdi beşiktaş’ın da cas davası kaybedilirse, uefa bursaspor’u devler ligi’ne alabilecek mi? arsenal’i dışarı çıkaramayacaklarına göre, devler ligi’ni 33 takımla mı oynatacaklar sahi? hiç zannetmiyorum…

    ********************************************************

    ülke puanı haksızlığı

    yalnız bu noktada yaşama ihtimalimiz olan bir başka haksızlık daha var: 2011-2012’de uefa, fenerbahçe’yi avrupa kupalarından ihraç etmiş, bizi kupalarda 4 takımla mücadele ettirmiş ama ülke puanımızı 5’e bölerek tarihi bir fiyaskoya imza atmıştı. üstelik ülke puanımızı beşe bölerken, trabzonspor’un bilbao ve benfica’dan aldığı birer puanı da hanemize yazmamıştı…

    bendeniz iki yıl boyunca bu iki puanın mücadelesini yalnız başıma verdim, pek bir netice alamadım. yalnız korkarım ki şimdi benzer bir haksızlıkla karşılaşabiliriz: uefa, bugün bizi avrupa’da eksik takımla bırakırsa, yine ülke puanımızı beşe bölerek mi hesaplayacak? eğer fenerbahçe’nin bir şampiyonlar ligi kontenjanını kullandığını kabul ederse, salzburg’dan kazanılan puanları hanemize yazacak mı?

    veya cas, beşiktaş’ı da cezalandırırsa ve (siyah-beyazlıların tromsö’yü geçmeleri halinde) bize o avrupa ligi pozisyonunu vermezse, ülke puanımızı kaça bölerek hesaplayacak? siyah-beyazlıların kazanacağı muhtemel puanlar kulüp ya da ülke hanesine yazılacak mı?

    bilmiyorum… hiçbirimiz bilmiyoruz… şu anda tek yapabileceğimiz olanlardan dolayı utanmak ve bu defteri yeni haksızlıklara uğramadan kapatmayı dilemek…

    http://www.meleke.com/?p=5571

    yazıdaki '' muhtemel senaryolar '' kısmını almadım önemli kısımlar bunlar .isteyen linkten okuyabilir.
  • 611
    https://twitter.com/...s/648027986680262656

    kendisi burak-selçuk ikilisinin yokluğunda takımdaki olumlu yükselişin bir tesadüf olmadığını ima etmiştir bir bakıma.

    tamamı ile tesadüf olamayacağını herkes biliyordur zaten. sonuçta burağın kendisine gelen birçok topu ezdiğini ya da gole çeviremediğini görmemek için kör olmak gerekir. söz konusu iddianın selçuk kısmı ise sanırım bilalin kendisine nazaran daha dikine oynamasından kaynaklanıyor. yoksa aynı şeyi selçuk yaptığında da takımı ileriye taşıyor.*

    yine de doğruluk payı yüksek bir tesadüf gibi görünüyor.
  • 880
    imparator ile bayağı bayağı dost olan gazeteci. bunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım.

    https://www.instagram.com/p/Bv08NhwhYqg/

    ilgili paylaşımda birinin yaptığı yoruma şöyle bir cevap vermiş:

    "fatih hoca benim 15 yıllık dostum. ne sanıyordunuz anlamıyorum, 13 yaş ortalamalı sosyal medya bir vaveyla yarattı diye yetişkin insanların küseceğini mi? ben onurumla işimi yapıyorum, o onuruyla işini yapıyor. çoluk çocuğun kanaatine göre eğilip bükülmüyor insanlar."

    hıncal uluç gibi meleke de cemiyette re re re ra ra ra tayfasından sanırım? :(
  • 85
    --- alıntı ---
    ilk yarının sonları... ıvankov kolundan sakatlanıyor, tedavisi uzuyor, oyun soğuyor. o sırada neill kenardan bir top buluyor, kendini sıcak tutmak için pas yapacak bir arkadaşını arıyor. sabri’yle bir pas yapıyor, ikinci pasta sabri’nin sırtını dönüp gittiğini görüyor. elano’nun da ömrü 1 pas oluyor! ama neill ısrarlı, soğumak istemiyor, paslaşmak için kendine h.balta’yı ve ardından da aykut’u buluyor. üç oyuncu yaklaşık 5 dakikalık duraksamayı paslaşarak geçiriyorlar, konsantrasyonlarını deyim yerindeyse 90 dakikaya değil, 95 dakikaya yaymak istiyorlar. bursaspor gibi rakiplerinin bir anlık konsantrasyon eksikliklerine volkan ve sercan gibi çabuk adamlarıyla fatura kesme konusunda uzman bir takımı, 72 dakika boyunca (neill atılana kadar) bu üçlünün ciddiyeti durduruyor zaten.
    evet, bu üçlünün uyumu ve formu parmak ısırtıyor; ama ilginçtir, rijkaard’ın bu üçlüyle oynadığı yalnızca üçüncü maç bu. g.saray sezona 4 milli stoperle başladı, dördü de sağlıklı olmalarına rağmen nisanı biri kulübede, üçü evinde geçirdiler. sezona başlanan 5 göbek oyuncusundan da biri futbolu bıraktı, ikisi kulübede, biri tribünde... sarı-kırmızılıların 31 maçta yalnızca 61 puanda kalmasında da rijkaard’ın bu iki bölgede aradığını bir türlü bulamamasının çok önemli payı var muhakkak...
    --- alıntı ---

    25 nisan 2010 galatasaray bursaspor maci ertesi, milliyet.
  • 568
    spor yazarı denildiğinde kendisinden gayrısı yalandır. son yazısında hamza hamzaoğlu'nun galatasaray'ın başına geçmesiyle ilgili güzel tespitlerde bulunmuş:

    -"fatih terim'in birinci adam olduğu ortamda yanındakiler her zaman ikinci adam olmayı kabulleniyorlar, bu yüzden fatih hocanın yanında lider yetişmiyor, küçük fatih terimler yetişiyor ama asla bir lider yetişmiyor."

    -"hamza küçük fatih terim'lerden birisi, sneijder'e milli maç anında söylediği sözün arkasında bile fatih terimcilik yatıyor."

    -"hamza galatasaray'a ne katar bilinmez, gelişiyle birlikte yerlilerde bir devinim olacağı kesin, gekas ve bilal galatasaray'a gelebilir, 2-3 sezon için de ciddi anlamda katkı sağlarlar."
App Store'dan indirin Google Play'den alın