422
adalet ve düzen arzusu güttüğüm için bana yalnızlığı ve yabancılaşmayı layık gören canım ülkem. bu işi ülke bazında değil dünya geneline yaymalı mıyız bilmiyorum fakat içinde bulunduğumuz en küçük kara parçasından baz alarak konuşmak daha doğru olabilir. asgari beklentilerin lüks olarak görüldüğü bir garip düzenden herkese selam diyelim o vakit. kuralların esnetildiği, liyakatin önemsenmediği, torpilin ya da çıkarın ön planda olduğu bir düzende "doğru olanı istemek" hepimizi yalnızlaştırmıyor mu? bu bizim değil, sistemin saçmalaması olsa gerek. çünkü sağlıklı bir toplumda doğruya özlem değil, zaten "doğal hâli" olurdu. insan gibi yaşama beklentin karşılık bulamayınca "robot gibi davranmaya" razı olmak çok mu komik?
bunu yazma sebebim osimhen transferinin sündürülmesi, yunus akgün'ün sözleşme imzalama meselesinin sakız gibi uzaması ve haliyle diğer mevkilere yapılması muhtemel eklemelerin gecikmesi ile birlikte çalıştığım şirketin ödemeleri aksatması, eşimin beklentilerine her gün bir yenisini eklemesi, babamın ölmesi ve ölümüyle birlikte aile içinde türeyen en çok ben severdim o yüzden tüm mal varlığını yönetmeliyim hengamesi ve daha öleli sekiz gün olmuşken bir yerlerden bizi izliyor olmasının verdiği utançtır.
hobbes der ki: insan doğası itibariyle bencildir; düzen ve ahlak ancak güçlü bir otoriteyle sağlanabilir.
rousseau ise şöyle yanıt verir: insan doğası iyiye meyillidir, ama toplum onu bozar. sistemin doğallığı bozduğu, ahlakın değil çıkarın ödüllendirildiği bir yapı. bu sistemin bizi “robotlaşmaya” itmesi, insan doğasına aykırı olan bir çarkın içine zorla itilmemizle ilgili değil midir sizce?
machiavelli der ki: amaca ulaşmak için her yol mubahtır. güçlü olanın haklı sayıldığı bir dünyada "doğruluk" naifliktir.
canını sevdiğim kant ise şöyle diyor; ahlaklılık, sonuca göre değil, niyete ve evrensel ilkeye göre şekillenmelidir. “ben her şeye rağmen doğruyu yapmak, adil olmak, kurala uymak istiyorum. çünkü insan olmak bunu gerektirir.” peki insan olarak kalabilmek mümkün müdür?
albert camus, “yabancı” romanında, bireyin saçma ve anlamsız bir dünyada yönünü kaybedişini anlatır.
bizim içinde bulunduğumuz durum bunu anlatıyor. kurallar var ama uygulanmıyor. değerler var ama çiğneniyor. umut var ama hep erteleniyor. yine güzelim camus iki seçenek sunuyor; ya saçmalığa teslim olup anlamı reddedeceğiz. ya da tüm saçmalıklara rağmen anlamı biz inşa edeceğiz.
bu düzene dair duyduğumuz tüm huzursuzluk kendimizi hatırlamanın bir halidir. var olsun bu düzene karşı gelenler, var olsun takımını çok sevdiğini söyleyip makyavel menajerlerin kucağında gezenlere duyulan öfke, var olsun ilişkiler bazında iğrençleşmeyi kendine şiar edinmiş başkanlara kalkan orta parmaklar, var olsun eşinden yılanlar, var olsun ölünün arkasından iş çevirenlere karşı koyanlar ve var olsun galatasaray ve galatasaraylılar.
bunu yazma sebebim osimhen transferinin sündürülmesi, yunus akgün'ün sözleşme imzalama meselesinin sakız gibi uzaması ve haliyle diğer mevkilere yapılması muhtemel eklemelerin gecikmesi ile birlikte çalıştığım şirketin ödemeleri aksatması, eşimin beklentilerine her gün bir yenisini eklemesi, babamın ölmesi ve ölümüyle birlikte aile içinde türeyen en çok ben severdim o yüzden tüm mal varlığını yönetmeliyim hengamesi ve daha öleli sekiz gün olmuşken bir yerlerden bizi izliyor olmasının verdiği utançtır.
hobbes der ki: insan doğası itibariyle bencildir; düzen ve ahlak ancak güçlü bir otoriteyle sağlanabilir.
rousseau ise şöyle yanıt verir: insan doğası iyiye meyillidir, ama toplum onu bozar. sistemin doğallığı bozduğu, ahlakın değil çıkarın ödüllendirildiği bir yapı. bu sistemin bizi “robotlaşmaya” itmesi, insan doğasına aykırı olan bir çarkın içine zorla itilmemizle ilgili değil midir sizce?
machiavelli der ki: amaca ulaşmak için her yol mubahtır. güçlü olanın haklı sayıldığı bir dünyada "doğruluk" naifliktir.
canını sevdiğim kant ise şöyle diyor; ahlaklılık, sonuca göre değil, niyete ve evrensel ilkeye göre şekillenmelidir. “ben her şeye rağmen doğruyu yapmak, adil olmak, kurala uymak istiyorum. çünkü insan olmak bunu gerektirir.” peki insan olarak kalabilmek mümkün müdür?
albert camus, “yabancı” romanında, bireyin saçma ve anlamsız bir dünyada yönünü kaybedişini anlatır.
bizim içinde bulunduğumuz durum bunu anlatıyor. kurallar var ama uygulanmıyor. değerler var ama çiğneniyor. umut var ama hep erteleniyor. yine güzelim camus iki seçenek sunuyor; ya saçmalığa teslim olup anlamı reddedeceğiz. ya da tüm saçmalıklara rağmen anlamı biz inşa edeceğiz.
bu düzene dair duyduğumuz tüm huzursuzluk kendimizi hatırlamanın bir halidir. var olsun bu düzene karşı gelenler, var olsun takımını çok sevdiğini söyleyip makyavel menajerlerin kucağında gezenlere duyulan öfke, var olsun ilişkiler bazında iğrençleşmeyi kendine şiar edinmiş başkanlara kalkan orta parmaklar, var olsun eşinden yılanlar, var olsun ölünün arkasından iş çevirenlere karşı koyanlar ve var olsun galatasaray ve galatasaraylılar.