resim
Gheorghe Hagi
Görev:Hissedar
Takım:FCV Farul
Yaş:60
Uyruk:Romanya
  • 5841
    eveeeet. gençlik ve spor bakanı tarafından twitter'da talihsiz bi anket açılmış. neden talihsiz açıklayalım. anketin 3 tane şıkkı var. biri hagi, biri alex, diğeri de zor tercih. birincisi; her ne kadar yıllardan beri bu kıyas yapılsa da bu anketin özneleri alex ve hagi olamaz. yakın klasman bile değil bu 2 futbolcu. hagi sadece steaua bükreş'te oynadığı dönemde bile alex'in türkiye'de başardıklarından fazlasını başarmış. üstüne orada da avrupa kupası kazanmış. yetmemiş real madrid ve barcelona yapmış. dünya'nın en büyük kulüplerinden. hani şu arda turan'ın transfer olduğunda milletçe göbek attığımız, bayraklar astığımız takım. onunla da yetinmemiş galatasaray'da 4 lig şampiyonluğu, 2 türkiye kupası, 2 süper kupa, 1 uefa kupası ve 1 süper kupa olmak üzere 10 tane kupa kazanmış. toplamda avrupa'da 3 kupa kaldırmış.

    alex'i küçümsemiyorum, gerçekten çok iyi bir futbolcuydu. iyi bir karakterdi. tahminen sözlükteki çoğu kişi oynadığı dönemde alex'ten korkardı en çok. çıkar bi şey yapar, asist yapar, şut atar. ama o bile bi yere kadar yeterdi. 2006'da denizli'de alex sahneye çıkamadı ama hagi olsa eminim ne yapar eder o şampiyonluğu alırdı, 2010'da trabzon maçında da kurtaramadı fenerbahçe'yi alex, 2012'deki galatasaray maçında da( hoş o maç hocasının tercihiyle 75.dakikada oyuna dahil olmuştu ama). neresinden bakarsanız bakın hagi kazanandı, alex kaybeden. fenerbahçeli yorumcu mehmet demirkol da zamanında alex için şu cümleleri kurmuştu: https://www.youtube.com/watch?v=ItQCWRwQ048

    her şeyi geçelim adamın kendisine bu soruyu sorunca neredeyse sorunun bitmesini beklemeden bile hagi demeye başlıyor, aslında bu da alex'in ne kadar zeki bir futbolcu olduğunu gösteriyor. türkiye'de oynadığı dönemler falan diye evirip çevirmiyor, çat diye hagi diyor. biliyor çünkü o da, idol diyor: https://www.youtube.com/watch?v=eBoENd5jsYI

    bugün nasıl messi ve ronaldo kıyaslanabiliyorsa, messiciler de ronaldocular da bu soruya cevap verirken zorlanıyorsa, bu 2 futbolcunun da aynı klasmanda olmasından kaynaklı. hagi'nin klasmanı da alex değil maradona'dır kimse kusura bakmasın. zamanında maradona da şöyle bir paylaşım yaparak, ''biri çıkıp nasıl benim bir rakibimin olmadığını söyler? bu usta futbolculara karşı oynadım.'' demiştir. https://www.facebook.com/.../?type=3&theater

    ikincisi; madem böyle bir anket yapıyorsunuz, zor bir tercih şıkkı koymak mantıksız. bunun neresi zor arkadaşlar. bir anketin öznelerinden biri hagi ise benim için o tercih zor olmaz.

    edit: eklemeyi unutmuşum, hagi'nin ne kadar uluslararası ve tüm dünya'da tanınan bir futbolcu olduğuna basit bir örnek vereyim. fifa oyunu yıllardır world class kadrolar kurar dünya'nın en iyi oyuncularının bulunduğu. ilk kadro kurulduğundan beri hagi o kadronun içindedir.
  • 2347
    kendisinin antrenör olarak ışıl ışıl parladığını, şu an galatasaray'daki tek güzel şey olduğunu söyleyen romantiklerden, boş aşk lafları değil de bir kere olsun mantıklı iki üç cümle duymayı çok istiyorum. ha bunu yenildiğimiz maçta sonra yazmak da yanlış ya neyse.

    ama çok bariz abi şovunuz. biz de bilirdik hagi'yi eleştirmesini ama dilimiz varmadı be abi, çok sevdik! demek için kıpır kıpır bekliyorsunuz köşenizde. çok romantiksin canım da ben bu sözlük sayesinde bu şovlardan çok bıktım. sen çok seviyorsun hagi'yi de takımı da biz zamanında gerçekleri söylediğimiz için sıradanız de mi? yok ya. yok öyle dünya kardeşim. vallahi yok. ben sana bir şey söyliyim, bülent korkmaz, hagi, tugay kerimoğlu ile galatasaray'ın başarılı olma imkanı yok. ha tugay'ı biraz ayrı tutalım zira zamanlaması doğru değil henüz. evet hepsini çok seviyoruz ama babamı da çok seviyorum amına koyim, keşke galatasaray'a antrenör olsa da demiyorum. gidin az ötede oynayın, aşk ve sevgi çok güzel de her hafta sonu sinirimizin bozulmasını da haketmiyoruz biz. sen de haketmiyosun. az hakkını ara, aklındakini konuş. ne bu sözlükte ne de o tribünlerde galatasaray'ı sevmeyen bir kişi yok zaten, ondan da emin olun. hagi'yi eleştirmek ne insanı az galatasaraylı yapar ne de onun efsanesine, galatasaraylılar için ifade ettiği anlama zarar verir. farklı şeyler bunlar, ayırabilin şunu artık.
  • 6279
    sağda solda icardi’yi kendisiyle kıyaslayanları görüyorum. bayramlık ağzımı açmama az kaldı, ağzınıza meksika biberi sürerim valla. daha yakışıklı, daha sempatik olmak ya da daha çok gol atmak, daha iyi insan olmak bunun için yetmez.

    kendisiyle kıyaslanmak isteyen önce bir en azından avrupa ligini alsın, şampiyonlar liginde bir boy göstersin endamını-çapını görelim de öyle gelsin sonra duruma karar veririz.

    galatasaray’ın 1987-2001 dönemi çok özeldir yaşı yetmeyen okusun öğrensin, ne yazık ki çok gerisindeyiz o zamanların.
  • 6227
    messi'nin 29-30 yaşlarında galatasaray'a geldiğini düşünün. her maç bir sihirbazlık yaptığını, takım arkadaşlarının topu ona verip önünden çekildiklerini, ligin altını üstüne getirdiğini hayal edin. işte hagi'nin galatasaray'da oynadığı dönem tam olarak budur ve ancak bu bahsettiğim hayalle eşdeğerdir.

    bıraktığı maçta bile (2000-2001 sezonunda olduğunu biliyorum, tam tarihini hatırlamıyorum ama bir trabzon maçı olduğunu hatırlıyorum) 30-40 metreden muazzam bir gol atmış ve biz galatasaraylıların üzüntüsünü "bu adam nasıl futbolu bırakır" diye düşündürterek iki katına çıkarmıştır. "futbol oynamaktan değil antrenman yapmaktan yoruldum o yüzden bırakıyorum" demesi dün gibi aklımda.

    guardiola'ya şu anda mı daha çok taktik çalışıyorsunuz yoksa barcelona döneminde mi daha çok taktik çalışıyordunuz diye sordular, "şu anda daha çok çalışıyorum çünkü barcelona'yı yönetirken messi bizim için oynuyordu" diye cevap verdi. hagi'nin durumu da birebir aynıdır. uefa kupasını alabildik çünkü dünyanın en iyi oyuncularından biri, futbol sahasının tartışmasız sihirbazlarından biri bizim için oynuyordu.

    bıraktığında 12 yaşında bir çocuk olmama rağmen çok üzüldüğümü hatırlıyorum. ilk formam kendisinin 10 numaralı formasıydı, o bıraktığında bir süre üzüntüden o formayı giymek istemediğimi hatırlıyorum.

    öyle bir figürdü ki kendisi takimdayken ve bıraktıktan uzun yıllar sonra bile galatasaray 10 numarayı onun gibi taşıyabilecek bir futbolcu aradı. buna en çok yaklastigimiz dönem sneijder'in oynadığı dönemdi, o zaman bile hagi'yi canlı canlı izlemiş bizler için sneijder asla hagi gibi değildi. öyle bir oyuncuydu ki fenerbahçe kendisinin galatasaray'da oynadığı ikinci sezondan itibaren taa 2010'lu yıllara kadar kendi hagisini bulmak için uğraştı, alex asla hagi değildi ancak onlarin da bir hagileri olmasına en çok yaklaştıkları dönem alex'in oynadığı dönemdi.

    rahmetli babam kendisi futbolu biraktiktan sonra yavaş yavaş futbola olan ilgisini kaybetti. eskiden her maçı izleyen adam belli başlı avrupa maçları ve derbiler haricinde maçlarin sadece skorlarını takip eder oldu. hagi'den sonra beraber izlediğimiz her maçta, her frikik olduğunda "ah hagi olacaktı ki o topun başında" diye hayıflanırdı.

    hagi böyle bir futbolcudur. galatasaray'da gecirdigi son üç sezonu kanlı canlı takip edebildim, yaşım ancak yetti, bugün bile hagi ismini duyduğumda burnumun direği sızlar çünkü onun gibisinin belki 50 belki 100 yılda bir bu topraklara yolunun ancak düşeceğini bilirim. son 20 yıldaki aktif futbolcular arasında (tamamını kastediyorum) kendisinin monaco'ya attığı golü (ki kendisinin imza gollerinden biridir, defaatle benzer golleri atmıştır) atabilecek bir futbolcu daha yoktur.

    kendisiyle ilgili sabaha kadar yazar, sabaha kadar konuşurum ama her seferinde içimde asla dolmayan büyük bir özlem kabarır. yolu bahtı hep açık olsun. dünya futboluna bugüne kadar gelmiş en yetenekli 10 oyuncudan biridir ve ne mutlu ki kariyerinin en güzel en verimli zamanlarını bizimle geçirmiş, bizim efsanemiz olmuştur. bir yerlere hala fatih hocayla beraber heykelinin dikilmemiş olması bizim ayıbımızdır.

    not: kendisini kanlı canlı izlemiş insanlar şu yazdıklarımda tek bir abartı nokta olmadığını çok iyi biliyorlar.
  • 6308
    90’lar turkiyesi ve futbolu ile gunumuzu karsilastirmanin hic bir manasi yok. sosyal medya olmadan da hagi’nin adini tum cocuklar sokakta attiklari gollerden sonra soyluyorlardi. kendimden ornek verebilirim mesela benim babam fenerli, ben hagi sayesinde galatasarayli oldum. sagolsun babam da heralde mutlu bir hayat gecirmem icin on ayak olmus, formasini almis maclara goturmustu.

    benim icin gelmis gecmis en buyuk galatasaray efsanesidir. kaybetmeyi kabullenmis bir millete her seyin mumkun oldugunu gostermistir.

    icardi uc sene sonunda ne yaparsa yapsin bu durum degismez, yeni bir efsanemiz olmus olur. karsilastirmaya gerek olmadan tadini cikartalim derim.
  • 5152
    benim futboldaki tek gerçek efsanem kendisidir. 13 yaşındaydım galatasaray'a geldiğinde, 1994 dünya kupasındaki o efsane golü çocuk aklımdan gitmemiş, geldiğinde sevinçten nereye koşacağımı şaşırmıştım.

    ilk iki lig maçı van spor ve trabzonspor maçlarıydı yanlış hatırlamıyorsam, ikisinde de golü vardı, rüya gibiydi. antalya karpuzkaldıran'da (askeri kamp) tatildeydik, televizyon salonunda izlemiştim iki maçı da, nasıl gururlanıyordum, sanki herkes beni gelip tebrik edip, "harika bir oyuncunuz var, en büyük sizsiniz, en büyük cimbom'lu sensin!" diyecekmiş gibi heyecan ve gurur içinde izliyordum.

    ben galatasaray'ı çok severken hepimiz gibi, hiç bir dönemde hiç bir topçunun hayranı olmamıştım sonra da olmadım. hep galatasaray bayrakları, takım posterleri, flamaları süsledi odamı. sadece ama sadece kendisinin resimlerini odama astım. çocuk aklımla şöyle bir koleksiyon yapmaya çalıştım; televizyonda veya gazetede hangi atkıyı boynunda görsem aldım, kendisinin adına olan ne kadar atkı varsa toplamaya çalıştım.

    kendisini takım ankara'ya geldiğinde çok kovaladım, yakından ilk gördüğümde heyecandan yanına gidemedim. bir tanıdığımızdan annem rica etmişti kulüpteki, adıma imzalı forması gelecekti, onun yerine adıma imzalı resim ve hakan şükür'ün imzalı forması gelmişti. ne yalan söyleyeyim, kendisinin resmi elimde havalara uçup, hakan'ın formayı kenara koymuştum. kulübün uefa kupasını aldığımızda çıkardığı harika bir poster vardı, alıp çerçeveletmiştim, kendisinin de imzalı resmi hala o çerçevede asılı.

    poster ve imzalı resim:

    http://gss.gs/6yM.jpg

    facebook'tan doğum gününde mesaj atarım, hala. son doğum günü mesajında kendimce, oğlum olduğundan, oğluma da kendisini ne kadar sevdiğimi anlatacağımdan falan bahsettim. yemin ederim hala bu adamı gördüğümde 1996 yazının heyecanını, sıcaklığını hissediyorum. 21 sene olmuş, benim nazarımda daha iyisi, ondan daha önemlisi daha sevdiğim, daha değerlisi gelmedi.

    roma'da, lejyoner kıyafetli adamlar klasik para için fotoğraf çektirmeye yanımıza geldiklerinde,yine klasik nerelisin falan filan muhabbetleri yaptığımızda, hangi takıma geldi sıra dedik galatasaray. adam direkt sordu drogba mı, hagi mi? dedim karşılaştırmam bile, adam da benimle hemfikirdi. sene 2013'tü, elin italyan'ı bile hala adamı kimseyle karşılaştırmazken, burası "alex'in istatistikleri, ama erol ersoy'a tükürdü, ama hırsız demese iyiydi" falan diyenlerin ülkesiydi, ne garip ülke ya.

    ben kendisini, değil türkiye'ye gelen yabancılarla, efsane yerliler ile de karşılaştırmam. hepsinin yeri ayrı, fakat benim yaşam süreme kendisi denk geldi, yine bu sürede kimse onun yaşattıklarını yaşatmadı. kendisinin olduğu yerde benim için başka hiç bir futbolcu yok.

    hala türkiye'ye geldiğinde alışkanlık mıdır nedir bakıyorum, hangi atkı var boynunda diye. oğlum deniz'i de seninle tanıştıracağım.
  • 6226
    kendisine i love you "diye bağırilan insan üstü canlıdır. şimdiler de aşkın olayım isimli tekerlemeyi yok kaç yaşında adamlar söylüyor diye herkes olayı birbirine gazlayarak anlatıyor ya, izlemeyenler için anlatayım, 90 larin bir çok bıçkın semt veya mahalle delikanlisi da kendisine gözünü kırpmadan gavurca i love you diye boğazlarıni yirtiyordu. şimdi icardiye aşkın olayım demek pek bir sıkıntı yaratmaz ama o yıllarda bir erkeğe i love you diye bağırmak büyük yürek işiydi ama özne hagi olunca işler değişiyordu tabi.
  • 3495
    çocukluk anıları, güçlü, berrak olurmuş. bende kesin bir sorun var, çünkü çocukluk anılarımın çoğu bulanık. uyanıklıkla uyku arasında kalınan zamanlarda duyulan konuşmalar gibi. rüya gibi, birden başlayıp birden kesilen görüntüler, eksikliklerle dolu anılar.

    televizyona bakıyorum. nasıl, ne zaman, nerede bilmiyorum, hatırlamıyorum. sadece televizyona bakıyorum; alabildiğine güzel gülen bir adam ve ona sarılan adamlar. hayranlıkla şaşkınlık karışımı bir şey hissediyorum.
    televizyona bakıyorum, onun yüzüne. baktıkça bakası geliyor insanın. bir takıma deli gibi bağlanmanın; ondan gelecek her mutsuzluğa kendini savunmasız bırakmanın bu kadar güzel olabileceğini kim bilebilirdi ki? sevinçten kalbim patlayacak gibi çarpıyor. o anı, sarı kırmızıyı, gülüşünü hiç unutmamacasına, bir nefeste içime çekiyorum sanki.

    böyle tanışıyorum onunla. fotoğraflardan başka, radyoda adını söyleyen sesten başka; muhtemelen ilk defa, böyle görüyorum. ilk anımızı, zamandan mekandan, herkesten kopararak, böyle kazıyorum beynime.

    sonra,
    karanlık, soğuk bir odaya uzatıyorum kafamı. ailemizin geri kalanı diğer odada, televizyon izliyor.
    radyo açık, kısık sesiyle. oda buz gibi, kapkaranlık. halam radyonun başında ayakta duruyor. önce uzatıyorum kafamı odaya, sonra yanına sokulup ben de bekliyorum onun gibi. babam yanımıza gelip gidiyor, sanki duramıyor yerinde. mutfağa gidiyor bir sigara yakıyor. içiyor, geliyor. gidip bir sigara daha yakıyor. ama öyle bir an geliyor ki; o ışığını kimsenin açmaya gerek duymadığı odada, buz kesmiş eller ve ayaklarla, babam halam ve ben, içini görmek ister gibi sessizce radyoya bakıyoruz. heyecanla maçı anlatan adamın ağzından çıkacak tek bir kelimeyi bekliyoruz. zaman geçiyor...
    galatasaray çaresiz kaldıkça daha çok üşüyorum sanki. galatasaray üzüldükçe oda daha çok kararıyor. ama o an geliyor, spiker adını bağırmaya başlıyor. bağrışmalarla, kahkahalarla sarılıyoruz üçümüz birden. ne üşüyen el ayak kalıyor, ne karanlık.
    onun adı hem aydınlığı getiriyor, hem de sıcaklığı. zamanla daha iyi öğreniyorum bunu.

    günden güne, elleriyle yapıyor yerini. çok küçük olmamama rağmen hafızamın çoğu şeyi sileceğinden şüphelenir gibi; emek emek, an be an kazıyor adını anılarıma.
    futbol nedir bilmeden, galatasaraylı olan ben, galatasaraylılığın "iyi olanın yanında olmak" dışında ne olduğunu tam çözemeden, onu tanıyorum. galatasaray'ı nasıl saf, nasıl çocukça seviyorsam, onu da öyle seviyorum. galatasaray'a nasıl inanıyorsam, ona da öyle inanıyorum.

    sonra yıllar geçiyor, çocukluk geçiyor. büyüyorum. galatasaraylı olmak ne demek, az çok öğreniyorum. bu arada bir çocukluk rüyasının kahramanlarının kimisi bırakıp kaçıyor, kimisi televizyonlara çıkıp ileri geri konuşuyor, bazısı "zaten başka takımlıydım." diyor. ama artık büyüdüm ya, üstünde durmuyorum. umurumda değil diyorum. "zaten ben pek sevmezdim onu."

    ama çocukluk kaldırmıyor böyle şeyleri. bir yerlerde, hayranlıkla onlara bakan, galatasaray deyince kalbi patlayacakmış gibi çarpan çocuk paramparça oluyor. anılarda bir yerlerde belki, galatasarayın renklerine aşık, birbirini seven futbolcuların takımı olduğunu sayıklayarak ağlıyor. korkuyor her şeyden çok inandığı yıkılır diye.
    her ağladığında, her korktuğunda da ona koşuyor. onun o güvenli, sıcak, şimdi ezelden beri tanıdıkmış gibi gelen yüzüne... o da her defasında kendi çocukluğuna sarılır gibi sarılıyor, hiç bırakmadan. ben ne zaman ağlayarak koşsam, o da kollarını kocaman açıyor.

    tanımadığı, hayatında görmediği bir çocuğu, bir kere bile yüz üstü bırakmaz mı insan, istemeden de olsa? hagi bırakmıyor.

    ben de her ağladığımda ona sığınmaya devam ediyorum. ağlatan, o olduğunda bile.
    gitmek zorunda olduğunu bile bile, gitme diyerek ağlıyorum. kızmak istiyorum, küsmek istiyorum gidiyor diye, yapamıyorum. nasıl küsersin ki? bir kere bile kırmamış kalbini, bir kere bile örselememiş. hem o da ağlıyor seninle, nasıl kızarsın?
    zaten öğreniyorum zamanla, o gitse de, bırakmıyor kollarını açmayı.
    "ama galatasaray ne zaman birinci, ben o zaman mutlu…"
    bırakmıyor bugün bile çocukluğumu kurtarmayı.

    gözleri dolu dolu gidişinden sonra, bir gün, elime bir kurşun kalem alıyorum. bomboş bir sayfaya boydan boya tribünü çiziyorum. sonra arkası dönük, elinde bayrakla o'nu, tribünlere koşarken. böyle bir an kalmış aklımda, bir fotoğraf karesi gibi. gözümde öyle net canlanıyor ki, çiziyorum hepsini. sonunda her yeri kurşun kalemle yapılmış o resimde, sadece elindeki bayrağı sarı kırmızıya boyuyorum.
    o'nun ellerinde sarı-kırmızıyı tuttuğu, gri bir dünya; benim dünyam.

    o günler; onun tribünlere koştuğu, sarı kırmızıyı giyip sahaya çıktığı, yüreğini eline alıp oynadığı günler geri gelmeyecek.
    üzülüyorum çok, insan mutluyken ne kadar mutlu olduğunu anlayamıyor. hele çocukluk, fark edemeden geçip gidiyor. çok zaman sonra "ne kadar mutluydum o gün" diyorsun. öyle isterdim ki geri dönebilmeyi. dönüp çocukluğun, huzurun, dünyanın en güzel sevgisinin tadını doya doya çıkarmayı. onunla tekrar, en başından tanışmayı. yine yüzüne baktıkça bakmayı. gördüğüm adamın, hayatımın en unutulmaz şeylerinden biri olduğunun her an farkında olmayı. karanlık bir odada spiker adını haykırırken, orada durup ailemle aslında neyi paylaştığımı bilmeyi.

    buz gibi ellerim. yıldızlardan daha parlak, daha aydınlık gözleri. deliler gibi sevinişlerimiz. insanı sarıp sarmalayan gülüşü. mutluluk gözyaşlarım. parken'de, elinde türk bayrağıyla tribünlere koşuşu...
    çocukluğumu kurtaran adam. her şeyi unutsam, kendimi unutsam; yine de unutmayacağım adam.

    süper kahramanım,

    http://s14.directupload.net/.../120611/8uomvymv.swf

    iyi ki doğdun.
App Store'dan indirin Google Play'den alın