45
ekim 2007'ye girilirken aslında galatasaray'ın feldkamp ile bir eksen değişikliğine girdiğinin de tüm işaretleri veriliyordu. takım son 4 yılın 3'ünde ipi göğüslemiş son şampiyon fenerbahçe'nin 7 puan önünde liderdi, ligde henüz yenilgi yüzü görmemişti ve avrupa'da da yoluna devam ediyordu. bunun anlamı, takımı yönetenin her şeyi olmasa da çoğu şeyi doğru yaptığıydı. ligde alınan sonuçlara bakılırsa galatasaray 90'lı yıllarda olduğu gibi çok rahat bir şampiyonluk elde edecek gibiydi. fakat kazın ayağı pek de öyle değildi. takım çok yakında 7 puan önünde olduğu fenerbahçe’nin 1 puan gerisine düşeceği bir sürece girecekti...
bölüm 5 : “yenilmezlik”
fc sion'u eleyerek uefa kupasında gruplara kalmayı başaran g.saray, uefa kupası 2. tur (h) grubu'nda fransa'nın bordeaux, avusturya'nın austria wien, yunanistan'ın panionios ve isveç'in helsingborgs takımlarıyla eşleşmişti. yönetici haldun üstünel, gönüllerinden geçen bir gruba düştüklerini söylese de galatasaray'ın bu grupta zorluk çekeceği aşikardı. takım bir yeniden yapılanmanın içindeydi ve aslında kimse belli etmese de esas hedef ligde şampiyon olmak gibiydi.
koyduğu kurallarla florya metin oktay tesisleri'nde 'korkulu rüya' haline gelen ve adeta kaskatı bir komutan gibi davranan feldkamp, artık futbolcularına nefes aldırmaz gibiydi.
eylül sonunda patlak veren disiplin krizi, ekim 2007’ye ağır bir hava bırakarak girdi. feldkamp, otoritesini sarsacak en ufak ödüne bile yer vermeyeceğini göstermiş; beşiktaş derbisi öncesi hakan şükür ile lincoln’ü kamp kurallarını ihlal ettikleri gerekçesiyle bir kalemde kadro dışı bırakmıştı.
yönetim, bu sert kararı “sadece bir maçlık” diye yumuşatmaya çalışsa da soyunma odasında onarılamaz bir çatlak oluştu. hakan ve lincoln feldkamp’la konuşmak bir yana, selamlaşmıyordu bile. özellikle lincoln, gurbetin getirdiği yalnızlıkla da boğuşarak içine kapanmış, hocasına kırgınlığının sürdüğünü etrafından gizlemiyordu.
takım hem avrupa’da yoluna devam ediyordu hem de ligde namağlup şekilde liderdi. üstelik son dört yılın şampiyonu ve şampiyonlar ligi gruplarında lider bulunan fenerbahçe’den 7 puan öndeydi. feldkamp’tan takımı gençleştirmesini istemişlerdi o da yapmıştı. alman hoca kendine oldukça güveniyordu. başarılı olduğu sürece kendisini kimse sorgulayamazdı. ancak kazın ayağı pek öyle değildi.
her ne kadar yaz döneminde futbolcular feldkamp ‘a boyun eğselerde disiplinin dozu artık kendilerine fazla gelmeye başlamıştı. içlerinde “asker miyiz, futbolcu mu?” diye söylenenler bile vardı.
takım adeta kamplara bölünmüştü. bir tarafta hasan şaş, hakan şükür, ümit karan, ayhan akman, sabri sarıoğlu ve arda turan’ın başını çektiği hem feldkamp’ı hem de lincoln’ü takımda istemeyen yerli grubu vardı. bu grup feldkamp ipleri sıkı bir şekilde elinde tuttuğu için şimdilik lincoln’ü takımda dışlama yoluna gitmişti. zamanla song da bu gruba dahil olmuştu.
başka bir grup lincoln’ün nispeten yakınlık kurabildiği nonda ve linderoth içeren lincoln’ün grubuydu. bu gruptaki nonda ve linderoth takımdaki yerli ittifakından rahatsızdı. ancak feldkamp’a da çok ısınamamışlardı. lincoln ise kendini çok yalnız hissediyordu. hem yerli tayfa yüzünden ötekileşmiş hissediyordu hem de feldkamp’ın kendisine mobbing uyguladığını düşünüyordu. lincoln’ün amacı feldkamp’ı göndermekti.
feldkamp ise lincoln, arda, hakan, hasan, ümit ve sabri’yi takımdan göndermek istiyordu.
orkun, aykut, uğur uçar, servet, hakan balta, volkan, barış, serkan gibi feldkamp’ın gözdesi futbolcular da başka bir gruptu. bu grup lincoln’den pek haz etmiyor ancak feldkamp kendilerine şans tanıdığı için alman teknik adamı sevme konusunda diğer yerli tayfayla ayrışıyordu.
hatta öyle ki son derece sıkı fıkı olan arda turan ve uğur uçar’ın feldkamp konusundaki görüş ayrılıkları nedeniyle aralarına soğukluk girdiği iddia ediliyordu.
arda feldkamp’a kendisini yıldız seviyesinde görmemesi hakkında söyledikleri nedeniyle tavır almıştı. uğur uçar ise feldkamp’ın kendisini ilk on bire monte etmesinden oldukça memnundu. hayatında ilk defa şans bulmuştu ve bir şikayeti yoktu.
zaten feldkamp’ın kerameti burada gizliydi. orkun, servet, uğur, volkan, barış, mehmet topal, serkan… hepsi yetenekleri belli olan ve başka teknik direktörlerin elinde başarısız olmuş isimlerdi. ama feldkamp çok çalışırsak önümüzde kim olursa olsun bize şans verir diye düşünerek çaba sarf ediyorlardı ve feldkamp da gerçekten bu çabalarını takdir edip onları ilk on bire alıyordu. işte alman hoca böyle kadrolarla bu şekilde başarılı oluyordu.
yine de milli araya giderken kamplara ayrılmış galatasaray’da sancılı günler kapıdaydı ve takım çok yakında 7 puan önünde olduğu fenerbahçe’nin 1 puan gerisine düşeceği bir sürece girecekti.
sion'u eleyerek uefa kupası gruplarına kalmaya hak kazanan galatasaray'ın rakipleri 9 ekim 2007'de belli oldu. feldkamp'ın gençleşme çabası içinde olan galatasaray'ı h grubu'nda fransa'nın bordeaux, avusturya'nın austria wien, yunanistan'ın panionios ve isveç'in helsingborgs takımlarıyla eşleşti. kurayı yorumlayan haldun üstünel, gruptaki en zorlu rakiplerin bordeaux ve austria wien olduğunu belirterek, "gönlümüzden geçen bir gruba düştük" yorumunda bulundu. ne var ki galatasaray'ın bu ortalama grupta işi hiç ama hiç kolay olmayacaktı.
galatasaray başkanı özhan canaydın, geçirdiği pankreas ameliyatının ardından ilk kez medyanın önüne çıktı ve operasyonu yapan prof.dr. münci kalayoğlu ve koray acarlı ile birlikte memorial hastanesi'nde basın toplantısı düzenledi. sözlerine "ciddi bir olayı atlattık. allah ve sizler beni seviyormuşsunuz" diye başlayan canaydın, "yaşadığım olay insanların kontrollerini zamanında yaptırmasının ne kadar önemli olduğunu gösterdi. allah'a şükür iyileştim. aslan gibi karşınızdayım. yıkılmadım ve sapasağlam ayaktayım" şeklinde konuştu.
uefa kupası 2. tur (h) grubu'nda mücadele edecek olan galatasaray'da, teknik direktör karl heinz feldkamp, ''şimdiden grubu birinci bitireceğimizi söylemem. rakiplerimizi tanımadan böyle bir açıklama yapmak biraz kendimizi büyük görmek anlamına gelir'' dedi. karl heinz feldkamp, gruplarında alman takımlarının olmamasının hoşuna gittiğini de ifade etti. alman takımlarının grup aşamalarında iyi futbol oynadıklarını dile getiren feldkamp, ''bir alman takımının grubumuzda olmaması hoşuma gitti. alman takımlarının bu dönemde iyi olduklarını biliyorum. bunlar arasında bulunan bayern münih, nürnberg gibi takımlar grup maçlarına iyi konsantre oluyorlar. bu nedenle grubumuzda alman takımının olmaması bizim için olumlu'' şeklinde konuştu.
fenerbahçe kulübü'nün eski başkanı ali şen, teknik direktör zico'nun zeki olduğuna inanmadığını ifade etti. şen, ''zico'nun çok zeki olduğuna inananlardan değilim. zeki bir insan, dengelerin fenerbahçe lehine geliştiği, futbolcularını gazetelerin manşet yaptığı bir dönemde bu avantajları kullanamıyorsa, orada futbolu yöneten kişinin zekasının kıt olduğunu düşünüyorum. kadro müthiş, her şey müthiş, 8 maçta 11 puan kaybediyorsunuz...'' diye konuştu.
türkiye futbol federasyonu başkanı haluk ulusoy, bir dahaki genel kurul'da aday olmayacağını açıkladı.
fenerbahçe teknik direktörü zico, takımının ligdeki performansından memnun olmadığını söyledi. fbtv'ye açıklamalarda bulunan brezilyalı çalıştırıcı, bundan sonraki haftalarda yapmak istediklerini anlattı. "elimize geçen fırsatları iyi değerlendirmeliyiz. başarıyı bu şekilde yakalayabiliriz" diyen zico, güçlü bir takım olduklarını, bu gücü de şampiyonlar ligi'nde gösterdiklerini vurguladı.
uefa kupası h grubu'nda galatasaray'ın rakiplerinden birisi olan austria wien'in teknik direktörü georg zellhofer, "grubumuzun favorisi kesinlikle galatasaray" dedi. tecrübeli teknik adam, gruptaki şanslarını değerlendirdiği açıklamada, galatasaray; uefa kupası ve süper kupa kazanmış bir takım. kadrosunda lincoln gibi kaliteli isimler var. üstelik coşkulu bir taraftara da sahipler. onlarla deplasmanda oynayacak olmamız beni korkutuyor. grubun en iddialı takımı galatasaray" ifadesini kullandı.
milli maç arası nedeniyle ülkesi almanya'da olan karl heinz feldkamp, galatasaray başkan yardımcısı adnan polat'a devre arasında 1 kaleci, 1 stoper, 1 orta saha ve 1 forvet olmak üzere 4 transfer yapılmazsa istifa edeceğini iletti. feldkamp'ın durduk yerde bu çıkışı karşısında ne diyeceğini bilemeyen polat alman teknik direktöre kevin kuranyi ve thomas sørensen'u transfer edeceğini söyledi.
euro 2008 elemelerinde malta ile 1-1 berabere kalan a milli takım euro 2008'e gitme şansını zora soktu. milli takım teknik direktörü fatih terim, maç sonrası yaptığı açıklamada, türkiye'nin çok önemli avantajları yitirdiğini söyledi. tecrübeli teknik adam, "hiç beklemediğimiz ilginç bir gol yedik. böyle maçlarda geriye düşmek kolay değil. ikinci yarı pozisyonlara rağmen kazanamadık. hala norveç'in önündeyiz. artık işimiz yunanistan'la... kazanıp norveç'e önde gideceğiz" diye konuştu.
gazeteci hıncal uluç a milli takımı ve fatih terim'i yorumladı. uluç "fatih terim şapkasını önüne koyup, 'ben türk futbolu için ne yaptım' demesi gerekiyor" dedi. uluç ayrıca "sen moldova'yı, malta'yı yenemiyorsan, bosna hersek'e yeniliyorsan, avrupa şampiyonası finallerine gidip averaj takımı olmaya, bu milleti kahretmeye hakkın yok. boşver. elenirsek 'şanslıyız' demektir." diyerek euro 2008'de finalin eşiğinden dönecek milli takımın turnuvaya giderse averaj takımı olacağını iddia etti.
eski tsyd başkanı onur belge, emre belözoğlu ile merve terim arasında ilişki olduğu ve emre'nin bu sebeple kayrıldığına dair iddialar ortaya attı. bu iddialara oldukça sinirlenen fatih terim, "basınla aranız kötü mü?" sorusu üzerine yaptığı açıklamada "benim basınla aramda bir sorun yok ama siz çok fazla ileri gittiniz. kimsenin aileme laf etme hakkı yok. bana her türlü eleştiriyi yapabilirsiniz ama aileme asla bir kelime söyleyemezsiniz. buna müsaade etmem! içinizde baba olanlar da var. size tek kelime söylemedim. beni yerden yere vurun ama ailemin kılına dokundurtmam. bir damla gözyaşına kıyamadığım evladımın benim yanımda ağlamasına kimse sebep olamaz." diyerek çıkan iddiaları yalanladı.
ispanya'nın fc barcelona takımında oynayan kamerunlu futbolcu samuel eto'o, ispanyol vatandaşlığı aldı. ispanya 1. futbol ligi'nde (la liga) ab dışından 3'ten fazla futbolcunun ilk 11'de forma giyemiyor olmasından dolayı büyük kulüplerin yabancı oyuncularını ispanyol vatandaşı yapma yöntemine eto'o da dahil oldu. 10 yıl ispanyol kulüplerinde forma giyen eto'o, uzun bir süreçten sonra isponyol vatandaşlığını elde etti ve yerli statüsüne geçti.
galatasaray kulübü başkan yardımcısı adnan polat, alman hastanesinde guatr ameliyatı oldu.
euro 2008 grup eleme maçında yunanistan'a 1 - 0 yenilen türkiye'de moraller bozulurken, teknik direktör fatih terim, türk milli takımının elindeki avantajını büyük ölçüde kaybettiğini söyledi. terim, bundan sonra ne olur, seyircinin size de yoğun bir şekilde istifa çağrısı vardı şeklindeki bir soruya ise, ''ben yoğun bir şekilde duymadım kısmi duydum ama benim için o da yeterli hayatımda ilk kez duyuyorum. bazıları alışkın olabilir ama ben alışkın değilim. biz norveç'i orada yenecek güçteyiz en azından pes etmedik. istifa kararı sayın başkanımız ve yönetim aittir. kimse canının istediği gibi hareket edemez.'' diye cevap verdi.
galatasaray'ın yeni stadı için yapılan ihalede, toki ile eren talu arasında sözleşme imzalandı. eren talu'dan yapılan yazılı açıklamada, toki tarafından gerçekleştirilen ve kamuoyunda ''seyrantepe ihalesi'' olarak bilinen, ali sami yen stadyumunun bulunduğu 34 bin 640 metre kare yüzölçümlü taşınmaz üzerinde kentsel sosyal altyapı alanları yapılması karşılığında, seyrantepe arazisi üzerinde 52 bin seyirci kapasiteli, çok-amaçlı, çatısı açılır-kapanır tipte stadyum ve 4 bin 500 araçlık otoparktan oluşan spor kompleksinin yapımını kapsayan ihalede, toki ile en yüksek teklifi veren eren talu-alke konsorsiyumu arasında sözleşme imzalandığı ve inşaatın bitirilmesi için 720 gün süre verildiği bildirildi.
19 ekim 2007'de resmi bir ziyaret nedeniyle türkiye'de bulunan suriye devlet başkanı beşşar esad, fenerbahçe kulübü'nü ziyaret ederek, fenerbahçe şükrü saracoğlu stadı'nı gezdi. esad, gerek türkiye'de, gerekse fenerbahçe kulübü'nde gördüğü sevgi ve ilginin, suriye ve türkiye halkları arasındaki sevgi ve muhabbetin bir göstergesi olduğunu söyledi. ulaştırma bakanı binali yıldırım ile birlikte fenerbahçe şükrü saracoğlu stadı'na gelen suriye devlet başkanı beşşar esad, stat girişinde fenerbahçe kulübü başkanı aziz yıldırım ve yönetim kurulu üyeleri tarafından çiçeklerle karşılandı.kendisinin de bir süre futbol oynadığını hatırlatan esad, ''ancak dizimdeki sakatlık nedeniyle futbolu bırakmak zorunda kaldım. o nedenle bu ziyaret beni duygulandırdı. bu ziyaret siyasi sorunlardan bir süreliğine de olsa sıyrılmamıza neden oldu. öğrendiğim kadarıyla fenerbahçe şu anda 5. sıradaymış. dilerim daha ilerilere gider. temenni ediyorum ki ileride suriye ve türk takımlarının beraber oynayacağı ligler düzenlenir'' diye konuştu.
milli takımın euro 2008 şansını zora sokmasının ardından teknik direktör fatih terim yoğun şekilde eleştirilmeye başlandı. galatasaray'ı 4 kez üst üste şampiyon yapıp uefa kupası'nı kazandıran terim'in, fiorentina sonrası düşüşe geçtiği, g.saray ve milli takım'daki ikinci dönemlerinde hüsran yaşadığı belirtilen analizde 2001'de milan'a gitmesiyle kariyerinde düşüş başladığını belirterek terim'in eski terim olmadığı belirtildi. ne var ki terim son sözünü henüz söylememişti.
milli aranın ardından 21 ekim’de lig yeniden başladığında, galatasaray’ı alışılmadık bir atmosfer bekliyordu. ali sami yen stadı’nda ankaraspor ile karşılaşacak olan cimbom, cezası nedeniyle son kez seyircisiz oynayacaktı. maç öncesi orta yuvarlakta iki takım oyuncuları kol kola verip teröre karşı anlamlı bir saygı duruşunda bulundu – birkaç gün önce yaşanan bir hain saldırıda şehit düşen askerler anılıyordu. bu duygu yüklü anların ardından hakemin düdüğüyle birlikte tatsız bir 90 dakika başladı. galatasaray, ankaraspor karşısında tutuk bir oyun sergiliyordu. feldkamp kenardan sürekli uyarılar yapıyor, özellikle ileri uçtakilere daha hareketli olmalarını işaret ediyordu. ancak ilk yarı boyunca pozisyon üretmek zorlaştı. sessiz tribünlerin de etkisiyle takım adeta motivasyonunu sahaya yansıtamıyordu. kalan dakikalarda ümit karan çok çalıştı, arda ve hasan şaş kanatlardan ortalarla şans aradı ama gol sesi çıkmadı. neticede galatasaray 0-0 ankaraspor skoruyla iki puan daha bırakmış oldu. maç biterken ali sami yen’in boş tribünlerinden sadece rüzgarın uğultusu yükseliyordu. hakemin bitiş düdüğüyle birlikte feldkamp soyunma odasına yöneldi, oyuncularına tek tek baktı: yüzler düşüktü.
lincoln fizyoterapist eşliğinde sekerek tünele ilerledi – üst adalesinde bir zorlanma, kanama olabileceği belirtildi ve feldkamp bu sakatlığın ciddiyetinden endişelendiğini dile getirdi. “umarım arda’daki gibi 3 hafta sürmez” diyerek doktorlardan acil müdahale istedi. bir kötü haber de bu maçta bel verdiğini söyleyen song’dan geldi; şans eseri ciddi çıkmasa da, takımın yorgun savaşçıları bir bir düşüyordu. feldkamp, yayıncı kuruluşa verdiği demeçte oyunu hiç beğenmediğini itiraf etti: “bugün güzel bir futbol maçı izlemedik. ofansif oynamak zorunda kaldık, en büyük korkum gol yemekti” derken defans hattını disiplinli oyunundan ötürü tebrik etti. seyircisiz oynamanın psikolojik baskısını yaşadıklarını da ekledi – belki de iç sahada taraftar desteği olsa bu kilidi açacaklarını ima ediyordu. ayrıca fikstürün sıkışıklığından şikayet ederek kupa maçlarının araya sıkıştırılmasını eleştirdi; “artık antrenman yapacak zaman yok, oyuncular hep maç yapacak, bu programı anlamıyorum” diyerek sitem etti. tecrübeli çalıştırıcı belki haklıydı ama asıl mesele florya’daki huzursuzluktu ve onu yüksek perdeden dillendirmese de gözlerinden okunuyordu.
ankaraspor beraberliğiyle galatasaray ligde 9. hafta sonunda 3. beraberliğini almış, puan tablosunda sallantıya girmişti. feldkamp’ın öğrencileri hâlâ namağlup olmanın haklı gururunu taşısa da artık en güçlü rakip fenerbahçe’yle aradaki puan farkının erimeye başladığı sinyali geliyordu. nitekim aynı hafta fenerbahçe, kadıköy’de konyaspor’u 4-1 yenmiş, cim bom’un tökezlediği haftada iki puan yaklaşmıştı. sezon başında istanbul büyükşehir’e yenilerek sendeleyen fenerbahçe toparlanıyor, galatasaray ise üst üste iki beraberlikle yavaşlıyordu. spor basını bu durumu manşetlere taşıdı: “cimbom durdu, fener yaklaşıyor”. feldkamp, dış basıncı hissetse de içerideki sorunları halletmenin daha acil olduğunu biliyordu.
galatasaray, iç sorunlarını halledemeden ekim ayının son virajında iki kritik maç daha oynayacaktı: biri avrupa’da, diğeri ligde. 25 ekim 2007 akşamı uefa kupası h grubu ilk maçında bordeaux deplasmanına çıktıklarında takım hem fiziksel hem zihinsel olarak yorgundu. hakan şükür ve lincoln sakatlıkları nedeniyle kadroya alınmamıştı. gerçekte ise feldkamp onları dinlendirme kararı almıştı. fransa’daki maç, galatasaray için adeta bir bilinmezdi: hem eksikler can sıkıyordu hem de rakip güçlüydü. bordeaux, chaban-delmas stadı’nda coşkulu taraftarı önünde maça hızlı başladı. fakat galatasaray ilk yarıda genç bir savunma ve inançlı bir hücumla direnç gösterdi. kalede orkun çarpıcı kurtarışlar yaparken, 20. dakikada nonda'nın penaltı golüyle sarı-kırmızılılar sürpriz bir şekilde öne geçti: feldkamp kenarda sakin kalmaya çalışıyor, erken buldukları golün sevincini abartmadan oyuncularına odaklanma işareti yapıyordu. devre böyle kapanırken, ikinci yarıda bordeaux’nun baskıyı artıracağı kesindi. nitekim ikinci yarının hemen başında, 53. dakikada bordeaux beklenen golü buldu: köşe vuruşu sonrası ceza sahasında karambolde topu önünde bulan cavenaghi sert vurdu, savunmaya çarpan top ağlara gitti (1-1). bu gol fransız ekibini iyice iştahlandırdı, galatasaray’ı ise bocalattı. feldkamp, orta sahayı güçlendirmek için ayhan akman’ı oyuna soktu ama ileride topu tutacak, takımı rahatlatacak bir lider eksikliği çekiliyordu ve işte o an lincoln’ün yokluğu derinden hissedildi.76. dakikada bordeaux’nun baskısı bir kez daha sonuç verdi: servet çetin anlık bir markaj hatası yapınca araya sızan marouane chamakh kafayla topu ağlara yolladı (2-1). ev sahibi ekip böylece öne geçti. kalan dakikalarda galatasaray’ın beraberlik çabaları sonuç vermedi; son anlarda ümit karan’ın şutu direkte patlayınca ümitler tükenmiş oldu. feldkamp, maçın bitiş düdüğüyle soyunma odasına hızlı adımlarla giderken oldukça öfkeliydi. takımı bordeaux’ya 2-1 yenilmiş ve uefa kupası grup macerasına mağlubiyetle başlamıştı.
maç sonu basın mensuplarına kısa bir değerlendirme yapan kalli, “bordeaux bizden üstün değildi, mağlubiyet infial yaratıyor çünkü elimizden kaçırdık” minvalinde konuştu. istatistikler de aslında onun tezini doğruluyordu; bu maçta galatasaray pozisyonlar bulmuş ama değerlendirememişti. fransız basını bile “galatasaray ilk yarıda farkı kaçırdı” diye yazdı. ancak sonuç değişmedi: cimbom avrupa’da gruba puansız ve son sırada başlamıştı. bu yenilgi, takımın içsel sıkıntılarıyla birleşince moralleri hayli bozdu. kafile istanbul’a dönerken uçakta derin bir sessizlik hakimdi. feldkamp kimseyle konuşmadan gazetesini okudu, futbolcular kendi aralarında fısıltıyla bordeaux’da kaçan fırsatları değerlendiriyordu. yenilmezlik unvanı sadece lige özgü kalmış, avrupa’da ilk yara alınmıştı.
ekim ayının son maçı, 28 ekim pazar günü deplasmanda denizlispor ile oynandı. bu karşılaşma galatasaray için “ya tamam ya devam” niteliğindeydi; zira üst üste gelen beraberlikler ve avrupa mağlubiyeti sonrası ligde bir tökezleme daha yaşanırsa kriz derinleşecekti. takım, denizli’ye giderken kafilede hakan şükür bulunmadı – resmi açıklama sakatlığı sürüyor şeklindeydi, ancak dedikodular tecrübeli golcünün feldkamp’la arasının tamamen açıldığı ve “morali bozuk” olduğu için kadroya girmek istemediği yönündeydi. lincoln ise yoğun tedaviye rağmen hazır değildi, o da istanbul’da bırakıldı. eksiklerle ege deplasmanına çıkan galatasaray’da feldkamp, gençlere ve yedeklere şans vermek zorundaydı. orta sahada mehmet topal ön liberoda sorumluluk aldı. ileride ümit karan tek forvet, arkasında arda ve hasan şaş ile daha dinamik bir 4-2-3-1 dizilişi deneniyordu. denizli atatürk stadı’nda yeşil-siyahlı taraftarların desteğiyle hızlı başlayan ev sahibi karşısında, galatasaray ilk yarım saat zorlandı. dakikalar geçtikçe mehmet topal oyunu dengeledi, sert müdahalelerle rakibi yıldırdı. 35. dakikada ise galatasaray aradığı golü buldu: sağ kanattan kazanılan serbest vuruşta hasan şaş ortaladı, ön direkte iyi yükselen shabani nonda kafa vuruşuyla topu köşeden ağlara bıraktı. galatasaray 1-0 öne geçti. ilk yarı bu skorla tamamlandı. ikinci yarıya denizlispor baskıyla çıktı. 47. dakikada ev sahibi bir penaltı kazandı: savunmada servet’in kaptırdığı top sonrası gelişen atakta kaleci orkun, yusuf şimşek’in çalımında yere yatınca temas olmasa da hakem penaltı noktasını gösterdi. galatasaraylılar karara itiraz etti ama sonuç değişmedi. roman kratochvil, 48. dakikada penaltıyı ağlara yolladı: 1-1. bu gol, denizli tribünlerini ateşlerken galatasaray cephesinde sinirler gerildi. feldkamp kenardan oyuncularına sakin olmaları işaretini yaptı. “yenilmezlik” unvanını korumak için bu maç kaybedilmemeliydi. son yarım saate girilirken oyunu hareketlendirmek için feldkamp hamleler yaptı: barış özbek çıktı, carrusca oyuna girdi. arjantinli carrusca uzun süredir forma giymiyordu, hocasına kendini kanıtlama şansını buldu. kanatlardan yüklenmeye başlayan galatasaray, 75’te önemli bir fırsat yakaladı: arda’nın pasında ümit karan ceza sahasında yerden sert vurdu, kaleci topu güçlükle çeldi. pozisyonun devamında carrusca’nın şutu üst direkten auta gitti. dakikalar 88’i gösterdiğinde maç tam beraberliğe kilitlendi denirken galatasaray bitirici darbe için son bir yükleniş daha yaptı. oyunun yıldırıcı ismi ümit karan, ceza sahası içinde sırtı dönük topu alıp dönmeye çalışırken savunma oyuncusu santos’un müdahalesiyle yerde kaldı – hakem tereddütsüz penaltı noktasını gösterdi. denizlisporlular karara uzun süre itiraz etti, “penaltı değil” diye ortalık karıştı ama değişmedi. sinirler iyice gerilmiş, tribünden ıslıklar yükselirken topun başına nonda geçti. 77. dakikada ağır adımlarla topu dikti, hakemin düdüğüyle birlikte duraksamadan sağ köşeye plaseyi gönderdi. galatasaray 2-1 öne geçti. bu golle sarı-kırmızılılar sevinç yumağı olurken, saha kenarında feldkamp kollarını havaya kaldırıp sert bir yumruk salladı. yüzünde aylar sonra ilk kez tebessüme benzer bir ifade belirdi. belki de bu, üzerindeki baskının hafiflediği andı. kalan dakikalarda başka gol olmadı ve galatasaray kritik denizli deplasmanından 2-1 galibiyetle döndü.
bu sonuçla ekim 2007’yi namağlup kapatmayı başarmışlardı. “yenilmezlik” unvanı ligde sürüyor, takım puan tablosunda yine zirvedeydi. 10 hafta sonunda galatasaray 7 galibiyet 3 beraberlikle 24 puana ulaşmıştı. cimbom liderliği kimselere bırakmamıştı. ancak puan tablosu, florya’da kopan fırtınaları gizleyemezdi. teknik direktör feldkamp’ın sert disiplin yöntemleri takımı ayakta tutuyor görünse de bedelini takım içi huzursuzlukla ödetiyordu. denizli galibiyeti sonrası bile soyunma odasında sevinç kontrollü yaşandı.
feldkamp ise ekim ayını bir muhasebe yaparak kapattı. basına açık bir antrenman sonrası soruları yanıtlarken devre arası transfer planlarından bahsetti. yönetimle görüşüp bazı mevkilere takviye yapılması gerektiğini ilettiğini söyledi. “şimdiden isterdim ki ocak’ta aramıza 4 futbolcu katılsın” diyerek net mesaj verdi. carrusca ve bouzid gibi forma şansı bulamayanlar için tekliflere açık olunacaktı. feldkamp tüm bu planları yaparken, kendi geleceğinin de bu kritik takviyelere bağlı olduğunun vurguluyor ve "isteklerim yerine gelmezse bırakırım" diyordu. yönetim kanadı, medyada çıkan “feldkamp bırakır mı?” spekülasyonlarını kesin bir dille yalanlayarak takımın arkasında durdu. ancak kapalı kapılar ardında canaydın ve polat, feldkamp’a şunu hatırlatıyordu: “şampiyonluk yolunda emin adımlarla ilerlerken birliğimizi bozmamalıyız.” bu mesaj hem hocaya hem oyunculara gönderilmişti.
kasım 2007’nin serin bir sabahında florya metin oktay tesisleri, bir polis karakolunun gergin sessizliğini andırıyordu. a milli takım teknik direktörü fatih terim’in galatasaray’dan gönderilmesine karşılık emre’yi milli takıma dahil etmeye devam edişi, medyanın feldkamp’a sürekli onu göndermesi konusunda soru gelmesine yol açıyordu. feldkamp da bu soruyu her seferinde yanıtlamadan geçiyordu. ama yedek stoper bouzid verimli olacak gibi durmuyordu. servet ve song’u yedekleyecek biri yok gibiydi. galatasaray emre aşık’ı aramıyor denilemezdi.
o sıralarda tobias linderoth, üst üste kaçırdığı maçların ardından doktor kontrolünden geçmeye karar verdi. isveçli orta sahanın kalça ağrıları bir türlü dinmemiş, sürekli nükseden bir sancıya dönüşmüştü. linderoth’un mr sonuçları iç açıcı değildi. doktor sonunda teşhisi açıkladı: alışılmadık bir kalça rahatsızlığı. “kalça bölgesindeki kemik dokusu anormal bir şekilde genişliyor ve iltihap oluşturuyor.” linderoth üzgündü, bu teşhis kulağına bir yargıç hükmü gibi çınlamıştı. ameliyat gerekirse en az altı ay yoktu, belki daha da fazla. hem sezonu kapatacak hem de euro 2008’i kaçıracaktı. feldkamp hepten sıkıntıya düştü; takımın orta sahadaki dinamosunu uzun süre kullanamayacağını öğrenmek, çözülmesi gereken yeni bir bilmece demekti.
feldkamp ve yardımcıları linderoth’un sakatlığına takım içi çözüm yolu arıyorlardı. “tobias yoksa mehmet topal var,” dedi antrenörlerden biri, genç topal’ın gençlerbirliği maçında uzaktan attığı gol hâlâ akıllardaydı. “evet, topal iyi iş çıkardı,” diye mırıldandı feldkamp, gözünde 12 gün önceki gençlerbirliği maçında ceza sahası dışından ağları sarsan mehmet’in şutu canlanarak. “ama tecrübe eksiği var… linderoth’un pozisyon bilgisi bambaşkaydı.” bir diğer yardımcı antrenör araya girdi: “barış özbek de savaşçı bir ruhla oynuyor, alternatifsiz değiliz.” feldkamp başını salladı. alternatifler mevcuttu elbet; gençler ellerinden geleni yapıyordu. yine de linderoth’un sakatlığı, karmaşık bir bilmeceye yeni bir düğüm atmıştı. takım, sezonun geri kalanında onsuz nasıl ayakta kalacaktı? teknik ekip bu sorunun cevabını bulmaya çalışırken birbirinden zorlu maçlar kapıdaydı.
florya’daki atmosfer yalnızca sakatlıklarla değil, yıldız oyuncu lincoln’ün ruh haliyle de ağırlaşmıştı. brezilyalı oyun kurucu, haziran’da büyük umutlarla getirilip ilk maçlarında parlamıştı; fakat eylül’deki beşiktaş derbisinde kadro dışı kalışıyla sanki büyü bozulmuştu.
o günden sonra lincoln içine kapanmış, neşesi ve özgüveni törpülenmişti. kasım ayı boyunca sahada varlığı ile yokluğu belli değildi; antrenman çıkışlarında genellikle tek başına, kapüşonunu başına geçirmiş halde sessizce yürürken görülüyordu. bir dedektif hikâyesinde esrarengiz bir karakter nasıl köşesine çekilirse, lincoln de takım arkadaşlarından gitgide soyutlanıyordu.
hafta basında lincoln’ün gece hayatına daldığı, takımdan koptuğu yönünde haberler çıkmaya başladı. spor sayfalarında “lincoln neden suskun?” başlıkları atılıyor, televizyon yorumcuları brezilyalı’nın değeriyle orantılı performans göstermediğini hararetle tartışıyordu. bu dedikodular lincoln’ü iyice bunaltıyor, onu takım arkadaşlarından bir adım daha uzaklaştırıyordu.
4 kasım’da gaziantepspor deplasmanına çıktıklarında stat neredeyse bomboştu. mücadele, 90 dakika boyunca tatsız ve huzursuz bir havada geçti. tribünlerin sessizliği adeta bir hayalet maç atmosferi yaratmıştı. galatasaray sanki kendi gölgesiyle mücadele ediyordu. maç 1-1’lik beraberlikle bittiğinde soyunma odasına doğru yürüyen oyuncular, uğultusuz tribünlerin yerine kendi iç seslerinin eleştirilerini duyuyorlardı.
8 kasım 2007 akşamı ali sami yen stadı’nın atmosferi, yaklaşan önemli bir avrupa sınavının elektriğiyle yüklüydü. uefa kupası h grubu’ndaki ikinci maçında galatasaray, isveç’in helsingborg takımını ağırlıyordu. tribünler her zamanki gibi tutkulu ama hafif tedirgindi; ilk grup maçında bordeaux’ya deplasmanda 2-1 yenilmiş olması herkesi diken üstünde bırakmıştı. bu maçı kazanıp grupta ayağa kalkmaları bekleniyordu.
maç başladığında, sarı-kırmızılı ekip baskılı görünse de helsingborg’un kontraatak tehdidi stadın üstüne kara bulutlar gibi çökmeye başladı. 30. dakikada eski dünya yıldızı henrik larsson ceza sahamızda bir anda topla buluştu. sabri’nin uzaklaştıramadığı topu larsson affetmedi, ağlarımıza bıraktı. ali sami yen bir an buz kesti; sanki tüm stat, bir suç mahallinde bulunmuş şaşkın tanıklar gibiydi. daha bu şoku atlatamadan, 39’da sabri’nin orta alanda larsson’a kaptırdığı bir top hızlı hücuma dönüştü. isveç ekibinin hücumcusu omotoyossi kalecimiz aykut ile karşı karşıya kaldı ve skoru 2-0 yaptı.
feldkamp kenarda öfkeyle saha kenarına yürüdü. yüzü kızarmış, sabrı taşmıştı. bu gollerde hatası bariz görülen sabri’ye döndü ve ıslıklar altında radikal bir karar aldı: 43. dakikada sabri’yi kenara çekti.
sabri kenara geliyordu fakat yedek kulübesine değil, doğruca soyunma odasının yolunu tuttu. çileden çıkan sabri, feldkamp’ın kararını protesto edercesine saha kenarında durmadı bile. yardımcı kaptan hasan şaş koşarak ona yetişmeye çalıştı, “dur, buraya gel!” diye seslendi. soyunma odası tünelinin girişinde sabri’yi kolundan tutup yedek kulübesine yönlendirmeye çabaladı hasan. ancak sabri’nin gözleri dönmüştü; kolunu sertçe çekip “bıktım artık!” diye haykırdı. giderken duyduğu tek şey, tribünden yükselen uğultu ve hocasının yüzündeki öfkeydi. o an sabri’nin dudaklarından dökülen birkaç kelime kulak misafiri olan bir görevlinin kanını dondurdu: “galatasaray benim için bitmiştir!” diye mırıldandı sabri dişlerinin arasından, gözleri dolu bir halde.
maçın sonunda galatasaray sahadan 3-2 mağlup ayrıldı. hakemin son düdüğüyle birlikte ali sami yen tribünlerinde uğultulu bir sessizlik hakim oldu. galatasaray, uefa kupası grubunda ikinci maç sonunda da puansız kalmıştı, üstelik kendi evinde zayıf görünen bir isveç takımına mağlup olarak.
galatasaray’ın ligdeki namağlup unvanını korusa da, puan tablosunda fenerbahçe’nin yaklaşmasına engel olamamıştı. fenerbahçe o hafta kazanmış ve aradaki puan farkı iyice azalmıştı. galatasaray liderliğini sürdürüyordu sürdürmesine ama artık ensesinde ezeli rakibinin nefesini hissediyordu.
ardından 11 kasım’da ali sami yen’de gençlerbirliği ile karşılaştı cimbom. tribünler, helsingborg hezimetinden birkaç gün sonra takımı ilk kez evinde izleyecekti. taraftarın gönlünü almak şarttı. maçın başında soğuk bir duş daha yaşandı: henüz 3. dakikada gençlerbirliği oyuncusu kerem şeras uzak mesafeden öyle bir şut çıkardı ki top ağlara gidiverdi. yine mi?” diye inledi bazı seyirciler, daha yeni oturdukları koltuklarında. savunma yine bocalamış, konsantrasyon dağılmıştı. feldkamp kenarda ellerini iki yana açıp bağırdı, oyuncularını uyarmaya çalıştı. bu erken gol florya’daki soru işaretlerini tekrar hortlatmıştı: sorun takımda mıydı, yoksa talih mi galatasaray’a küsmüştü? neyse ki bu kez cevap gecikmedi. 12. dakikada mehmet topal yaklaşık 25 metreden öyle bir füze yolladı ki top gençlerbirliği ağlarına gitti.
genç oyuncu, linderoth’u aratmayacağını kanıtlamak istercesine yumruklarını sıkarak sevindi. skor 1-1’e gelmişti ve takımın üstündeki ölü toprağı biraz silkelenmişti. bu golle birlikte tribünler de yeniden canlandı. “meh-met to-pal!” tezahüratları yükseldi, genç ön libero taraftarın yeni gözdesi olmaya başlıyordu. ilk yarının ilerleyen dakikalarında galatasaray vites yükseltti. 30. dakikada sahneye bir başka genç isim, serkan çalık çıktı; ceza sahası içinde bulduğu topu fırsatçı bir dokunuşla filelere yolladı.
bir anda skor 2-1 olmuş, ali sami yen’i bayram yerine çevirmişti. kenarda feldkamp dahil herkes ayağa fırladı, sevinçle alkışladı. bu gol, gencecik serkan’ın süper lig’deki ilk golüydü ve takımını öne geçirmişti. devreye bu moralle girildi. ikinci yarıya galatasaray hızlı başladı. 50. dakikada bu kez lincoln sahne aldı: brezilyalı yıldız, ceza sahası çizgisi üzerinden klas bir vuruşla topu ağlara gönderdi. skor artık 3-1’di. lincoln gol sevincinde yüzünde hafif bir gülümsemeyle ellerini havaya kaldırdı; sanki üstündeki kara bulutları birkaç dakikalığına dağıtmıştı. arkadaşları onu tebrik ederken tribünler “linnn-coln, linnn-coln!” diye tempo tuttu. bu gol, lincoln’ün mental durumuna bir nebze ilaç gibi gelmişti. feldkamp da kenarda alkışlayarak moral verdi. 89. dakikada, tam maç bitiyor derken, gençlerbirliği’nden ayhan tuna üzümcü kafa golüyle skoru 3-2’ye getirdi ve maç bu skorla sona erdi.
feldkamp, skorun 3-1’den 3-2’ye gelmesine içerlemişti. savunma oyuncularına sert bakışlar attı, “bu kadar basit gol yenir mi?” diye homurdandı. ancak galibiyet galibiyetti ve fenerbahçe ile puan farkının yeniden açılmasını sağladı. aynı hafta fenerbahçe de kendi maçını kazanmış olsa da, galatasaray zirvedeki yerini koruyordu. puan farkı kıl payı da olsa lehlerineydi, namağlup unvanı da (en azından o hafta için) devam ediyordu. fakat herkes biliyordu ki bu ip üstünde yürümeye benziyordu; en ufak bir sendelemede dengeleri alt üst olabilirdi.
milli maç arasıyla geçen iki haftalık boşluk, florya’da tansiyonun biraz düşmesine fırsat verdi. ne var ki dedikodu kazanı kaynamaya devam ediyordu. basında, feldkamp’ın devre arası transferinde savunmaya takviye istediğine dair haberler çıktı. özellikle emre aşık’ın ankaraspor’a gönderilmesinin hata olduğunu ima eden köşe yazıları yazıldı: “galatasaray tecrübeli stoperinin yokluğunu hissediyor” başlıkları görülüyordu. feldkamp bu yazılara kulak tıkamaya çalışsa da aslında hepsini okuyordu. bir akşam odasında yalnızken masasında bir gazete manşeti duruyordu: “kalli’nin kumarı: emre’siz savunma”. alman hoca, hafif titreyen elleriyle gözlüğünü çıkarıp masaya koydu. bu eleştiriler sinirine dokunuyordu. öfkeyle gazetenin katlanmış kenarını düzeltti ve kendi kendine söylendi: “ben kararımın arkasındayım. gençleri kazandık sonuçta… değil mi?” bu soruya kim cevap verecekti ki? odada yalnızdı ve duvarlardan bir yanıt gelmeyeceğini bilerek, derin bir nefes aldı. ertesi gün verdiği bir röportajda sezon başından beri suskun kaldığı emre aşık konusuna ilk ve son kez şöyle açıklık getirdi;
sezon başında takımdan gönderilen emre aşık'ın milli takımda gösterdiği performansın sorulması üzerine feldkamp, şunları kaydetti: "o dönemde servet ile emre arasında bir tercim yapmam gerekiyordu. ben servet'i tercih ettim. emre'yi de bu yüzden göndermem gerekiyordu. alternatif ise o zaman tomas ile bouzid arasındaydı. bu kararda futbolcuların yaşları da etkili oluyor. şu an geride song ve servet ikilisiyle oynuyoruz. yediğimiz gol sayısı da çok az. böyle bir ikili arasında emre'nin oynama fırsatı bulacağını da düşünmüyorum, ama kulübede de olsa 4-5 tane iyi oyuncum olursa, buna 'hayır' demem."
alman teknik adam, basında takımının yeteri kadar çalışmadığına dair yer alan eleştirilerin hatırlatılması üzerine, "biz iyi çalışmıyorsak niye hala lideriz? o yüzden, genel olarak onların ne yazdığı benim için ön planda değil. benim için önemli olan, takımın şu an lider ve milli takıma formda oyuncuları gönderebilecek kapasitede olması. ben de takımımı şu an çok formda buluyorum" dedi.
kasım’ın son günlerinde galatasaray, adeta zorlu bir polisiyenin finale yaklaşan bölümlerindeki gibi, her sayfası gerilim dolu anlar yaşadı. 25 kasım’da deplasmanda trabzonspor’un karşısına çıkmak üzere takım karadeniz’e uçtu. trabzon deplasmanı, her zaman belalı geçer, hele ki tribünler tıklım tıklım doluysa… avni aker stadı’nda 20 binin üzerinde coşkulu karadenizli taraftar, lider galatasaray’ı yenip sürpriz yapmak istiyordu. feldkamp sürpriz bir kadro tercihine daha imza attı: hücum hattında genç serkan çalık ileride tek forvet başlayacaktı. orta sahada lincoln yine 11’deydi, yanında arda turan ve hasan şaş’la birlikte. bu cesur kadro seçimi hem takımdaki jenerasyon değişiminin göstergesi, hem de feldkamp’ın “formda olan oynar” prensibinin sonucu gibiydi. maç beklenildiği gibi çekişmeli geçti. ilk yarıda iki taraf da temkinliydi, pozisyon kısıtlıydı. galatasaray savunması bu kez dikkatliydi; servet ve song ikilisi, trabzon’un tehlikeli forvetlerine geçit vermiyordu. linderoth’suz orta sahada mehmet topal yine basmadık yer bırakmıyor, barış özbek koşularıyla rakibi bunaltıyordu. fakat hücumda genç serkan, trabzon savunmasına diş geçirmekte zorlanıyordu. dakikalar ilerledikçe tribünlerin baskısı artıyor, her trabzon atağında uğultu kulakları çınlatıyordu. feldkamp kenarda endişeyle saate baktı; dakikalar su gibi akıyor, gol gelmiyordu. maçın 70. dakikasından sonra galatasaray risk almaya başladı. feldkamp, 86. dakikada arda’yı kenara alıp ümit karan’ı oyuna sürdü. çift forvete dönen takım, son bir hamleyle galibiyet golünü arıyordu. 89. dakikaya gelindiğinde hala tabelada koca bir 0-0 yazıyordu. herkes beraberliğe razı gibi görünürken, galatasaray ceza yayı üzerinde serkan çalık bir şut çekti. top kalabalığın arasından sıyrılıp kaleciyi kontrpiyede bırakarak ağlarla buluştu: gol! galatasaray 1-0 öne geçmişti! avni aker bir anda sessizliğe büründü, yüzlerce trabzon taraftarı şokla ellerini başına götürdü. sarı-kırmızılı takımın yedek kulübesi ayağa fırladı; feldkamp yardımcılarına sarıldı, futbolcular coşkuyla kulübeden çıkıp sevindi. galatasaray deplasmandan altın değerinde üç puanla dönüyordu.
ancak aralık ayının getirecekleri, yeni fırtınaların habercisiydi. feldkamp odasında aralık takviminin üzerine eğilmiş, önündeki maçların planlarını kuruyordu. uefa kupası’nda gruptan çıkmak için son bir umut panionios deplasmanında alınan 3-0’lık galibiyetle doğmuştu; o maçta serkan çalık, song ve hakan şükür’ün golleriyle takım moral bulmuştu.
2 aralık 2007 sabahı, florya’nın üzerine çöken puslu hava sanki galatasaray’ın sezon içindeki ruh halini yansıtıyordu. takım hala namağlup gidiyor ama içerideki çelişkiler, çözülmemiş çatışmalar ve bastırılmış öfkeler her geçen gün daha görünür hale geliyordu.
o gün istanbul bşb ile deplasmanda oynanacak maç öncesi, feldkamp oyuncularına kısa bir konuşma yaptı. “yorgunluk, sakatlık, dedikodu... bunları bir kenara bırakın. kazanmaya devam etmeliyiz. ligde lideriz ama bu sadece bir istatistik.”
maç başladığında galatasaray topa sahipti ama üretkenlikten uzaktı. lincoln sakattı, linderoth sakattı, ayhan akman sakattı. feldkamp, arda’ya daha merkezi bir rol vermişti. feldkamp yıldızının pek barışık olmadığı hasan şaş'ı da sahaya sürmüştü, şaş maçın sürpriziydi. rakip, organizeydi.
marcus ve sertan'ın golleriyle 2-0 yenik duruma düşen sarı-kırmızılı ekip, hakeme karşı sportmenlik dışı hareketlerde bulunan hasan şaş'ın 80'inci dakikada kırmızı kart görmesiyle 10 kişi kaldı. buna rağmen maçı bırakmayan cimbom, 72'de hakan balta ve 90+2'de ümit karan'ın attığı golle beraberliği yakaladı. gördüğü kırmızı kartla belki de g.saray'ı 2 puandan eden hasan şaş, ertesi hafta oynanacak fenerbahçe-galatasaray derbisinde cezalı duruma düştü.
hasan şaş, istanbul büyükşehir belediyespor maçından sonra yaptığı açıklamada galatasaray'a devre arasında veda edeceğini açıkladı.
artık herkes aralık’ın ilk haftasında oynanacak o büyük derbiyi düşünmeye başlamıştı bile: fenerbahçe–galatasaray derbisi ufukta bekliyordu. medyada şimdiden bu maçın manşetleri atılıyordu: “iki ezeli rakip zirve yarışında!” başka bir gazete “cimbom namağlup, kanarya pusuda” diyordu. evet, galatasaray ligdeki namağlup unvanını korumuştu. 14 maçta 9 galibiyet ve 5 beraberlik ile yenilgisiz olarak 32 puanla fikstürde kadıköy deplasmanına gelmişti. fenerbahçe ise 4 puan geride 3. sırada yer alıyordu. ikinci sırada 31 puanla sivasspor yer alıyordu.
kavgalar, kutuplaşmalar, tartışmalar, polemikler, restler, son anda çevrilen maçlar... işte kasım ayı galatasaray için böyle geçti. takım artık çok kısa süre içinde feldkamp'ın bile tartışılır hale geleceği bir sürece doğru hızla ilerliyordu.
bölüm 5 : “yenilmezlik”
fc sion'u eleyerek uefa kupasında gruplara kalmayı başaran g.saray, uefa kupası 2. tur (h) grubu'nda fransa'nın bordeaux, avusturya'nın austria wien, yunanistan'ın panionios ve isveç'in helsingborgs takımlarıyla eşleşmişti. yönetici haldun üstünel, gönüllerinden geçen bir gruba düştüklerini söylese de galatasaray'ın bu grupta zorluk çekeceği aşikardı. takım bir yeniden yapılanmanın içindeydi ve aslında kimse belli etmese de esas hedef ligde şampiyon olmak gibiydi.
koyduğu kurallarla florya metin oktay tesisleri'nde 'korkulu rüya' haline gelen ve adeta kaskatı bir komutan gibi davranan feldkamp, artık futbolcularına nefes aldırmaz gibiydi.
eylül sonunda patlak veren disiplin krizi, ekim 2007’ye ağır bir hava bırakarak girdi. feldkamp, otoritesini sarsacak en ufak ödüne bile yer vermeyeceğini göstermiş; beşiktaş derbisi öncesi hakan şükür ile lincoln’ü kamp kurallarını ihlal ettikleri gerekçesiyle bir kalemde kadro dışı bırakmıştı.
yönetim, bu sert kararı “sadece bir maçlık” diye yumuşatmaya çalışsa da soyunma odasında onarılamaz bir çatlak oluştu. hakan ve lincoln feldkamp’la konuşmak bir yana, selamlaşmıyordu bile. özellikle lincoln, gurbetin getirdiği yalnızlıkla da boğuşarak içine kapanmış, hocasına kırgınlığının sürdüğünü etrafından gizlemiyordu.
takım hem avrupa’da yoluna devam ediyordu hem de ligde namağlup şekilde liderdi. üstelik son dört yılın şampiyonu ve şampiyonlar ligi gruplarında lider bulunan fenerbahçe’den 7 puan öndeydi. feldkamp’tan takımı gençleştirmesini istemişlerdi o da yapmıştı. alman hoca kendine oldukça güveniyordu. başarılı olduğu sürece kendisini kimse sorgulayamazdı. ancak kazın ayağı pek öyle değildi.
her ne kadar yaz döneminde futbolcular feldkamp ‘a boyun eğselerde disiplinin dozu artık kendilerine fazla gelmeye başlamıştı. içlerinde “asker miyiz, futbolcu mu?” diye söylenenler bile vardı.
takım adeta kamplara bölünmüştü. bir tarafta hasan şaş, hakan şükür, ümit karan, ayhan akman, sabri sarıoğlu ve arda turan’ın başını çektiği hem feldkamp’ı hem de lincoln’ü takımda istemeyen yerli grubu vardı. bu grup feldkamp ipleri sıkı bir şekilde elinde tuttuğu için şimdilik lincoln’ü takımda dışlama yoluna gitmişti. zamanla song da bu gruba dahil olmuştu.
başka bir grup lincoln’ün nispeten yakınlık kurabildiği nonda ve linderoth içeren lincoln’ün grubuydu. bu gruptaki nonda ve linderoth takımdaki yerli ittifakından rahatsızdı. ancak feldkamp’a da çok ısınamamışlardı. lincoln ise kendini çok yalnız hissediyordu. hem yerli tayfa yüzünden ötekileşmiş hissediyordu hem de feldkamp’ın kendisine mobbing uyguladığını düşünüyordu. lincoln’ün amacı feldkamp’ı göndermekti.
feldkamp ise lincoln, arda, hakan, hasan, ümit ve sabri’yi takımdan göndermek istiyordu.
orkun, aykut, uğur uçar, servet, hakan balta, volkan, barış, serkan gibi feldkamp’ın gözdesi futbolcular da başka bir gruptu. bu grup lincoln’den pek haz etmiyor ancak feldkamp kendilerine şans tanıdığı için alman teknik adamı sevme konusunda diğer yerli tayfayla ayrışıyordu.
hatta öyle ki son derece sıkı fıkı olan arda turan ve uğur uçar’ın feldkamp konusundaki görüş ayrılıkları nedeniyle aralarına soğukluk girdiği iddia ediliyordu.
arda feldkamp’a kendisini yıldız seviyesinde görmemesi hakkında söyledikleri nedeniyle tavır almıştı. uğur uçar ise feldkamp’ın kendisini ilk on bire monte etmesinden oldukça memnundu. hayatında ilk defa şans bulmuştu ve bir şikayeti yoktu.
zaten feldkamp’ın kerameti burada gizliydi. orkun, servet, uğur, volkan, barış, mehmet topal, serkan… hepsi yetenekleri belli olan ve başka teknik direktörlerin elinde başarısız olmuş isimlerdi. ama feldkamp çok çalışırsak önümüzde kim olursa olsun bize şans verir diye düşünerek çaba sarf ediyorlardı ve feldkamp da gerçekten bu çabalarını takdir edip onları ilk on bire alıyordu. işte alman hoca böyle kadrolarla bu şekilde başarılı oluyordu.
yine de milli araya giderken kamplara ayrılmış galatasaray’da sancılı günler kapıdaydı ve takım çok yakında 7 puan önünde olduğu fenerbahçe’nin 1 puan gerisine düşeceği bir sürece girecekti.
sion'u eleyerek uefa kupası gruplarına kalmaya hak kazanan galatasaray'ın rakipleri 9 ekim 2007'de belli oldu. feldkamp'ın gençleşme çabası içinde olan galatasaray'ı h grubu'nda fransa'nın bordeaux, avusturya'nın austria wien, yunanistan'ın panionios ve isveç'in helsingborgs takımlarıyla eşleşti. kurayı yorumlayan haldun üstünel, gruptaki en zorlu rakiplerin bordeaux ve austria wien olduğunu belirterek, "gönlümüzden geçen bir gruba düştük" yorumunda bulundu. ne var ki galatasaray'ın bu ortalama grupta işi hiç ama hiç kolay olmayacaktı.
galatasaray başkanı özhan canaydın, geçirdiği pankreas ameliyatının ardından ilk kez medyanın önüne çıktı ve operasyonu yapan prof.dr. münci kalayoğlu ve koray acarlı ile birlikte memorial hastanesi'nde basın toplantısı düzenledi. sözlerine "ciddi bir olayı atlattık. allah ve sizler beni seviyormuşsunuz" diye başlayan canaydın, "yaşadığım olay insanların kontrollerini zamanında yaptırmasının ne kadar önemli olduğunu gösterdi. allah'a şükür iyileştim. aslan gibi karşınızdayım. yıkılmadım ve sapasağlam ayaktayım" şeklinde konuştu.
uefa kupası 2. tur (h) grubu'nda mücadele edecek olan galatasaray'da, teknik direktör karl heinz feldkamp, ''şimdiden grubu birinci bitireceğimizi söylemem. rakiplerimizi tanımadan böyle bir açıklama yapmak biraz kendimizi büyük görmek anlamına gelir'' dedi. karl heinz feldkamp, gruplarında alman takımlarının olmamasının hoşuna gittiğini de ifade etti. alman takımlarının grup aşamalarında iyi futbol oynadıklarını dile getiren feldkamp, ''bir alman takımının grubumuzda olmaması hoşuma gitti. alman takımlarının bu dönemde iyi olduklarını biliyorum. bunlar arasında bulunan bayern münih, nürnberg gibi takımlar grup maçlarına iyi konsantre oluyorlar. bu nedenle grubumuzda alman takımının olmaması bizim için olumlu'' şeklinde konuştu.
fenerbahçe kulübü'nün eski başkanı ali şen, teknik direktör zico'nun zeki olduğuna inanmadığını ifade etti. şen, ''zico'nun çok zeki olduğuna inananlardan değilim. zeki bir insan, dengelerin fenerbahçe lehine geliştiği, futbolcularını gazetelerin manşet yaptığı bir dönemde bu avantajları kullanamıyorsa, orada futbolu yöneten kişinin zekasının kıt olduğunu düşünüyorum. kadro müthiş, her şey müthiş, 8 maçta 11 puan kaybediyorsunuz...'' diye konuştu.
türkiye futbol federasyonu başkanı haluk ulusoy, bir dahaki genel kurul'da aday olmayacağını açıkladı.
fenerbahçe teknik direktörü zico, takımının ligdeki performansından memnun olmadığını söyledi. fbtv'ye açıklamalarda bulunan brezilyalı çalıştırıcı, bundan sonraki haftalarda yapmak istediklerini anlattı. "elimize geçen fırsatları iyi değerlendirmeliyiz. başarıyı bu şekilde yakalayabiliriz" diyen zico, güçlü bir takım olduklarını, bu gücü de şampiyonlar ligi'nde gösterdiklerini vurguladı.
uefa kupası h grubu'nda galatasaray'ın rakiplerinden birisi olan austria wien'in teknik direktörü georg zellhofer, "grubumuzun favorisi kesinlikle galatasaray" dedi. tecrübeli teknik adam, gruptaki şanslarını değerlendirdiği açıklamada, galatasaray; uefa kupası ve süper kupa kazanmış bir takım. kadrosunda lincoln gibi kaliteli isimler var. üstelik coşkulu bir taraftara da sahipler. onlarla deplasmanda oynayacak olmamız beni korkutuyor. grubun en iddialı takımı galatasaray" ifadesini kullandı.
milli maç arası nedeniyle ülkesi almanya'da olan karl heinz feldkamp, galatasaray başkan yardımcısı adnan polat'a devre arasında 1 kaleci, 1 stoper, 1 orta saha ve 1 forvet olmak üzere 4 transfer yapılmazsa istifa edeceğini iletti. feldkamp'ın durduk yerde bu çıkışı karşısında ne diyeceğini bilemeyen polat alman teknik direktöre kevin kuranyi ve thomas sørensen'u transfer edeceğini söyledi.
euro 2008 elemelerinde malta ile 1-1 berabere kalan a milli takım euro 2008'e gitme şansını zora soktu. milli takım teknik direktörü fatih terim, maç sonrası yaptığı açıklamada, türkiye'nin çok önemli avantajları yitirdiğini söyledi. tecrübeli teknik adam, "hiç beklemediğimiz ilginç bir gol yedik. böyle maçlarda geriye düşmek kolay değil. ikinci yarı pozisyonlara rağmen kazanamadık. hala norveç'in önündeyiz. artık işimiz yunanistan'la... kazanıp norveç'e önde gideceğiz" diye konuştu.
gazeteci hıncal uluç a milli takımı ve fatih terim'i yorumladı. uluç "fatih terim şapkasını önüne koyup, 'ben türk futbolu için ne yaptım' demesi gerekiyor" dedi. uluç ayrıca "sen moldova'yı, malta'yı yenemiyorsan, bosna hersek'e yeniliyorsan, avrupa şampiyonası finallerine gidip averaj takımı olmaya, bu milleti kahretmeye hakkın yok. boşver. elenirsek 'şanslıyız' demektir." diyerek euro 2008'de finalin eşiğinden dönecek milli takımın turnuvaya giderse averaj takımı olacağını iddia etti.
eski tsyd başkanı onur belge, emre belözoğlu ile merve terim arasında ilişki olduğu ve emre'nin bu sebeple kayrıldığına dair iddialar ortaya attı. bu iddialara oldukça sinirlenen fatih terim, "basınla aranız kötü mü?" sorusu üzerine yaptığı açıklamada "benim basınla aramda bir sorun yok ama siz çok fazla ileri gittiniz. kimsenin aileme laf etme hakkı yok. bana her türlü eleştiriyi yapabilirsiniz ama aileme asla bir kelime söyleyemezsiniz. buna müsaade etmem! içinizde baba olanlar da var. size tek kelime söylemedim. beni yerden yere vurun ama ailemin kılına dokundurtmam. bir damla gözyaşına kıyamadığım evladımın benim yanımda ağlamasına kimse sebep olamaz." diyerek çıkan iddiaları yalanladı.
ispanya'nın fc barcelona takımında oynayan kamerunlu futbolcu samuel eto'o, ispanyol vatandaşlığı aldı. ispanya 1. futbol ligi'nde (la liga) ab dışından 3'ten fazla futbolcunun ilk 11'de forma giyemiyor olmasından dolayı büyük kulüplerin yabancı oyuncularını ispanyol vatandaşı yapma yöntemine eto'o da dahil oldu. 10 yıl ispanyol kulüplerinde forma giyen eto'o, uzun bir süreçten sonra isponyol vatandaşlığını elde etti ve yerli statüsüne geçti.
galatasaray kulübü başkan yardımcısı adnan polat, alman hastanesinde guatr ameliyatı oldu.
euro 2008 grup eleme maçında yunanistan'a 1 - 0 yenilen türkiye'de moraller bozulurken, teknik direktör fatih terim, türk milli takımının elindeki avantajını büyük ölçüde kaybettiğini söyledi. terim, bundan sonra ne olur, seyircinin size de yoğun bir şekilde istifa çağrısı vardı şeklindeki bir soruya ise, ''ben yoğun bir şekilde duymadım kısmi duydum ama benim için o da yeterli hayatımda ilk kez duyuyorum. bazıları alışkın olabilir ama ben alışkın değilim. biz norveç'i orada yenecek güçteyiz en azından pes etmedik. istifa kararı sayın başkanımız ve yönetim aittir. kimse canının istediği gibi hareket edemez.'' diye cevap verdi.
galatasaray'ın yeni stadı için yapılan ihalede, toki ile eren talu arasında sözleşme imzalandı. eren talu'dan yapılan yazılı açıklamada, toki tarafından gerçekleştirilen ve kamuoyunda ''seyrantepe ihalesi'' olarak bilinen, ali sami yen stadyumunun bulunduğu 34 bin 640 metre kare yüzölçümlü taşınmaz üzerinde kentsel sosyal altyapı alanları yapılması karşılığında, seyrantepe arazisi üzerinde 52 bin seyirci kapasiteli, çok-amaçlı, çatısı açılır-kapanır tipte stadyum ve 4 bin 500 araçlık otoparktan oluşan spor kompleksinin yapımını kapsayan ihalede, toki ile en yüksek teklifi veren eren talu-alke konsorsiyumu arasında sözleşme imzalandığı ve inşaatın bitirilmesi için 720 gün süre verildiği bildirildi.
19 ekim 2007'de resmi bir ziyaret nedeniyle türkiye'de bulunan suriye devlet başkanı beşşar esad, fenerbahçe kulübü'nü ziyaret ederek, fenerbahçe şükrü saracoğlu stadı'nı gezdi. esad, gerek türkiye'de, gerekse fenerbahçe kulübü'nde gördüğü sevgi ve ilginin, suriye ve türkiye halkları arasındaki sevgi ve muhabbetin bir göstergesi olduğunu söyledi. ulaştırma bakanı binali yıldırım ile birlikte fenerbahçe şükrü saracoğlu stadı'na gelen suriye devlet başkanı beşşar esad, stat girişinde fenerbahçe kulübü başkanı aziz yıldırım ve yönetim kurulu üyeleri tarafından çiçeklerle karşılandı.kendisinin de bir süre futbol oynadığını hatırlatan esad, ''ancak dizimdeki sakatlık nedeniyle futbolu bırakmak zorunda kaldım. o nedenle bu ziyaret beni duygulandırdı. bu ziyaret siyasi sorunlardan bir süreliğine de olsa sıyrılmamıza neden oldu. öğrendiğim kadarıyla fenerbahçe şu anda 5. sıradaymış. dilerim daha ilerilere gider. temenni ediyorum ki ileride suriye ve türk takımlarının beraber oynayacağı ligler düzenlenir'' diye konuştu.
milli takımın euro 2008 şansını zora sokmasının ardından teknik direktör fatih terim yoğun şekilde eleştirilmeye başlandı. galatasaray'ı 4 kez üst üste şampiyon yapıp uefa kupası'nı kazandıran terim'in, fiorentina sonrası düşüşe geçtiği, g.saray ve milli takım'daki ikinci dönemlerinde hüsran yaşadığı belirtilen analizde 2001'de milan'a gitmesiyle kariyerinde düşüş başladığını belirterek terim'in eski terim olmadığı belirtildi. ne var ki terim son sözünü henüz söylememişti.
milli aranın ardından 21 ekim’de lig yeniden başladığında, galatasaray’ı alışılmadık bir atmosfer bekliyordu. ali sami yen stadı’nda ankaraspor ile karşılaşacak olan cimbom, cezası nedeniyle son kez seyircisiz oynayacaktı. maç öncesi orta yuvarlakta iki takım oyuncuları kol kola verip teröre karşı anlamlı bir saygı duruşunda bulundu – birkaç gün önce yaşanan bir hain saldırıda şehit düşen askerler anılıyordu. bu duygu yüklü anların ardından hakemin düdüğüyle birlikte tatsız bir 90 dakika başladı. galatasaray, ankaraspor karşısında tutuk bir oyun sergiliyordu. feldkamp kenardan sürekli uyarılar yapıyor, özellikle ileri uçtakilere daha hareketli olmalarını işaret ediyordu. ancak ilk yarı boyunca pozisyon üretmek zorlaştı. sessiz tribünlerin de etkisiyle takım adeta motivasyonunu sahaya yansıtamıyordu. kalan dakikalarda ümit karan çok çalıştı, arda ve hasan şaş kanatlardan ortalarla şans aradı ama gol sesi çıkmadı. neticede galatasaray 0-0 ankaraspor skoruyla iki puan daha bırakmış oldu. maç biterken ali sami yen’in boş tribünlerinden sadece rüzgarın uğultusu yükseliyordu. hakemin bitiş düdüğüyle birlikte feldkamp soyunma odasına yöneldi, oyuncularına tek tek baktı: yüzler düşüktü.
lincoln fizyoterapist eşliğinde sekerek tünele ilerledi – üst adalesinde bir zorlanma, kanama olabileceği belirtildi ve feldkamp bu sakatlığın ciddiyetinden endişelendiğini dile getirdi. “umarım arda’daki gibi 3 hafta sürmez” diyerek doktorlardan acil müdahale istedi. bir kötü haber de bu maçta bel verdiğini söyleyen song’dan geldi; şans eseri ciddi çıkmasa da, takımın yorgun savaşçıları bir bir düşüyordu. feldkamp, yayıncı kuruluşa verdiği demeçte oyunu hiç beğenmediğini itiraf etti: “bugün güzel bir futbol maçı izlemedik. ofansif oynamak zorunda kaldık, en büyük korkum gol yemekti” derken defans hattını disiplinli oyunundan ötürü tebrik etti. seyircisiz oynamanın psikolojik baskısını yaşadıklarını da ekledi – belki de iç sahada taraftar desteği olsa bu kilidi açacaklarını ima ediyordu. ayrıca fikstürün sıkışıklığından şikayet ederek kupa maçlarının araya sıkıştırılmasını eleştirdi; “artık antrenman yapacak zaman yok, oyuncular hep maç yapacak, bu programı anlamıyorum” diyerek sitem etti. tecrübeli çalıştırıcı belki haklıydı ama asıl mesele florya’daki huzursuzluktu ve onu yüksek perdeden dillendirmese de gözlerinden okunuyordu.
ankaraspor beraberliğiyle galatasaray ligde 9. hafta sonunda 3. beraberliğini almış, puan tablosunda sallantıya girmişti. feldkamp’ın öğrencileri hâlâ namağlup olmanın haklı gururunu taşısa da artık en güçlü rakip fenerbahçe’yle aradaki puan farkının erimeye başladığı sinyali geliyordu. nitekim aynı hafta fenerbahçe, kadıköy’de konyaspor’u 4-1 yenmiş, cim bom’un tökezlediği haftada iki puan yaklaşmıştı. sezon başında istanbul büyükşehir’e yenilerek sendeleyen fenerbahçe toparlanıyor, galatasaray ise üst üste iki beraberlikle yavaşlıyordu. spor basını bu durumu manşetlere taşıdı: “cimbom durdu, fener yaklaşıyor”. feldkamp, dış basıncı hissetse de içerideki sorunları halletmenin daha acil olduğunu biliyordu.
galatasaray, iç sorunlarını halledemeden ekim ayının son virajında iki kritik maç daha oynayacaktı: biri avrupa’da, diğeri ligde. 25 ekim 2007 akşamı uefa kupası h grubu ilk maçında bordeaux deplasmanına çıktıklarında takım hem fiziksel hem zihinsel olarak yorgundu. hakan şükür ve lincoln sakatlıkları nedeniyle kadroya alınmamıştı. gerçekte ise feldkamp onları dinlendirme kararı almıştı. fransa’daki maç, galatasaray için adeta bir bilinmezdi: hem eksikler can sıkıyordu hem de rakip güçlüydü. bordeaux, chaban-delmas stadı’nda coşkulu taraftarı önünde maça hızlı başladı. fakat galatasaray ilk yarıda genç bir savunma ve inançlı bir hücumla direnç gösterdi. kalede orkun çarpıcı kurtarışlar yaparken, 20. dakikada nonda'nın penaltı golüyle sarı-kırmızılılar sürpriz bir şekilde öne geçti: feldkamp kenarda sakin kalmaya çalışıyor, erken buldukları golün sevincini abartmadan oyuncularına odaklanma işareti yapıyordu. devre böyle kapanırken, ikinci yarıda bordeaux’nun baskıyı artıracağı kesindi. nitekim ikinci yarının hemen başında, 53. dakikada bordeaux beklenen golü buldu: köşe vuruşu sonrası ceza sahasında karambolde topu önünde bulan cavenaghi sert vurdu, savunmaya çarpan top ağlara gitti (1-1). bu gol fransız ekibini iyice iştahlandırdı, galatasaray’ı ise bocalattı. feldkamp, orta sahayı güçlendirmek için ayhan akman’ı oyuna soktu ama ileride topu tutacak, takımı rahatlatacak bir lider eksikliği çekiliyordu ve işte o an lincoln’ün yokluğu derinden hissedildi.76. dakikada bordeaux’nun baskısı bir kez daha sonuç verdi: servet çetin anlık bir markaj hatası yapınca araya sızan marouane chamakh kafayla topu ağlara yolladı (2-1). ev sahibi ekip böylece öne geçti. kalan dakikalarda galatasaray’ın beraberlik çabaları sonuç vermedi; son anlarda ümit karan’ın şutu direkte patlayınca ümitler tükenmiş oldu. feldkamp, maçın bitiş düdüğüyle soyunma odasına hızlı adımlarla giderken oldukça öfkeliydi. takımı bordeaux’ya 2-1 yenilmiş ve uefa kupası grup macerasına mağlubiyetle başlamıştı.
maç sonu basın mensuplarına kısa bir değerlendirme yapan kalli, “bordeaux bizden üstün değildi, mağlubiyet infial yaratıyor çünkü elimizden kaçırdık” minvalinde konuştu. istatistikler de aslında onun tezini doğruluyordu; bu maçta galatasaray pozisyonlar bulmuş ama değerlendirememişti. fransız basını bile “galatasaray ilk yarıda farkı kaçırdı” diye yazdı. ancak sonuç değişmedi: cimbom avrupa’da gruba puansız ve son sırada başlamıştı. bu yenilgi, takımın içsel sıkıntılarıyla birleşince moralleri hayli bozdu. kafile istanbul’a dönerken uçakta derin bir sessizlik hakimdi. feldkamp kimseyle konuşmadan gazetesini okudu, futbolcular kendi aralarında fısıltıyla bordeaux’da kaçan fırsatları değerlendiriyordu. yenilmezlik unvanı sadece lige özgü kalmış, avrupa’da ilk yara alınmıştı.
ekim ayının son maçı, 28 ekim pazar günü deplasmanda denizlispor ile oynandı. bu karşılaşma galatasaray için “ya tamam ya devam” niteliğindeydi; zira üst üste gelen beraberlikler ve avrupa mağlubiyeti sonrası ligde bir tökezleme daha yaşanırsa kriz derinleşecekti. takım, denizli’ye giderken kafilede hakan şükür bulunmadı – resmi açıklama sakatlığı sürüyor şeklindeydi, ancak dedikodular tecrübeli golcünün feldkamp’la arasının tamamen açıldığı ve “morali bozuk” olduğu için kadroya girmek istemediği yönündeydi. lincoln ise yoğun tedaviye rağmen hazır değildi, o da istanbul’da bırakıldı. eksiklerle ege deplasmanına çıkan galatasaray’da feldkamp, gençlere ve yedeklere şans vermek zorundaydı. orta sahada mehmet topal ön liberoda sorumluluk aldı. ileride ümit karan tek forvet, arkasında arda ve hasan şaş ile daha dinamik bir 4-2-3-1 dizilişi deneniyordu. denizli atatürk stadı’nda yeşil-siyahlı taraftarların desteğiyle hızlı başlayan ev sahibi karşısında, galatasaray ilk yarım saat zorlandı. dakikalar geçtikçe mehmet topal oyunu dengeledi, sert müdahalelerle rakibi yıldırdı. 35. dakikada ise galatasaray aradığı golü buldu: sağ kanattan kazanılan serbest vuruşta hasan şaş ortaladı, ön direkte iyi yükselen shabani nonda kafa vuruşuyla topu köşeden ağlara bıraktı. galatasaray 1-0 öne geçti. ilk yarı bu skorla tamamlandı. ikinci yarıya denizlispor baskıyla çıktı. 47. dakikada ev sahibi bir penaltı kazandı: savunmada servet’in kaptırdığı top sonrası gelişen atakta kaleci orkun, yusuf şimşek’in çalımında yere yatınca temas olmasa da hakem penaltı noktasını gösterdi. galatasaraylılar karara itiraz etti ama sonuç değişmedi. roman kratochvil, 48. dakikada penaltıyı ağlara yolladı: 1-1. bu gol, denizli tribünlerini ateşlerken galatasaray cephesinde sinirler gerildi. feldkamp kenardan oyuncularına sakin olmaları işaretini yaptı. “yenilmezlik” unvanını korumak için bu maç kaybedilmemeliydi. son yarım saate girilirken oyunu hareketlendirmek için feldkamp hamleler yaptı: barış özbek çıktı, carrusca oyuna girdi. arjantinli carrusca uzun süredir forma giymiyordu, hocasına kendini kanıtlama şansını buldu. kanatlardan yüklenmeye başlayan galatasaray, 75’te önemli bir fırsat yakaladı: arda’nın pasında ümit karan ceza sahasında yerden sert vurdu, kaleci topu güçlükle çeldi. pozisyonun devamında carrusca’nın şutu üst direkten auta gitti. dakikalar 88’i gösterdiğinde maç tam beraberliğe kilitlendi denirken galatasaray bitirici darbe için son bir yükleniş daha yaptı. oyunun yıldırıcı ismi ümit karan, ceza sahası içinde sırtı dönük topu alıp dönmeye çalışırken savunma oyuncusu santos’un müdahalesiyle yerde kaldı – hakem tereddütsüz penaltı noktasını gösterdi. denizlisporlular karara uzun süre itiraz etti, “penaltı değil” diye ortalık karıştı ama değişmedi. sinirler iyice gerilmiş, tribünden ıslıklar yükselirken topun başına nonda geçti. 77. dakikada ağır adımlarla topu dikti, hakemin düdüğüyle birlikte duraksamadan sağ köşeye plaseyi gönderdi. galatasaray 2-1 öne geçti. bu golle sarı-kırmızılılar sevinç yumağı olurken, saha kenarında feldkamp kollarını havaya kaldırıp sert bir yumruk salladı. yüzünde aylar sonra ilk kez tebessüme benzer bir ifade belirdi. belki de bu, üzerindeki baskının hafiflediği andı. kalan dakikalarda başka gol olmadı ve galatasaray kritik denizli deplasmanından 2-1 galibiyetle döndü.
bu sonuçla ekim 2007’yi namağlup kapatmayı başarmışlardı. “yenilmezlik” unvanı ligde sürüyor, takım puan tablosunda yine zirvedeydi. 10 hafta sonunda galatasaray 7 galibiyet 3 beraberlikle 24 puana ulaşmıştı. cimbom liderliği kimselere bırakmamıştı. ancak puan tablosu, florya’da kopan fırtınaları gizleyemezdi. teknik direktör feldkamp’ın sert disiplin yöntemleri takımı ayakta tutuyor görünse de bedelini takım içi huzursuzlukla ödetiyordu. denizli galibiyeti sonrası bile soyunma odasında sevinç kontrollü yaşandı.
feldkamp ise ekim ayını bir muhasebe yaparak kapattı. basına açık bir antrenman sonrası soruları yanıtlarken devre arası transfer planlarından bahsetti. yönetimle görüşüp bazı mevkilere takviye yapılması gerektiğini ilettiğini söyledi. “şimdiden isterdim ki ocak’ta aramıza 4 futbolcu katılsın” diyerek net mesaj verdi. carrusca ve bouzid gibi forma şansı bulamayanlar için tekliflere açık olunacaktı. feldkamp tüm bu planları yaparken, kendi geleceğinin de bu kritik takviyelere bağlı olduğunun vurguluyor ve "isteklerim yerine gelmezse bırakırım" diyordu. yönetim kanadı, medyada çıkan “feldkamp bırakır mı?” spekülasyonlarını kesin bir dille yalanlayarak takımın arkasında durdu. ancak kapalı kapılar ardında canaydın ve polat, feldkamp’a şunu hatırlatıyordu: “şampiyonluk yolunda emin adımlarla ilerlerken birliğimizi bozmamalıyız.” bu mesaj hem hocaya hem oyunculara gönderilmişti.
kasım 2007’nin serin bir sabahında florya metin oktay tesisleri, bir polis karakolunun gergin sessizliğini andırıyordu. a milli takım teknik direktörü fatih terim’in galatasaray’dan gönderilmesine karşılık emre’yi milli takıma dahil etmeye devam edişi, medyanın feldkamp’a sürekli onu göndermesi konusunda soru gelmesine yol açıyordu. feldkamp da bu soruyu her seferinde yanıtlamadan geçiyordu. ama yedek stoper bouzid verimli olacak gibi durmuyordu. servet ve song’u yedekleyecek biri yok gibiydi. galatasaray emre aşık’ı aramıyor denilemezdi.
o sıralarda tobias linderoth, üst üste kaçırdığı maçların ardından doktor kontrolünden geçmeye karar verdi. isveçli orta sahanın kalça ağrıları bir türlü dinmemiş, sürekli nükseden bir sancıya dönüşmüştü. linderoth’un mr sonuçları iç açıcı değildi. doktor sonunda teşhisi açıkladı: alışılmadık bir kalça rahatsızlığı. “kalça bölgesindeki kemik dokusu anormal bir şekilde genişliyor ve iltihap oluşturuyor.” linderoth üzgündü, bu teşhis kulağına bir yargıç hükmü gibi çınlamıştı. ameliyat gerekirse en az altı ay yoktu, belki daha da fazla. hem sezonu kapatacak hem de euro 2008’i kaçıracaktı. feldkamp hepten sıkıntıya düştü; takımın orta sahadaki dinamosunu uzun süre kullanamayacağını öğrenmek, çözülmesi gereken yeni bir bilmece demekti.
feldkamp ve yardımcıları linderoth’un sakatlığına takım içi çözüm yolu arıyorlardı. “tobias yoksa mehmet topal var,” dedi antrenörlerden biri, genç topal’ın gençlerbirliği maçında uzaktan attığı gol hâlâ akıllardaydı. “evet, topal iyi iş çıkardı,” diye mırıldandı feldkamp, gözünde 12 gün önceki gençlerbirliği maçında ceza sahası dışından ağları sarsan mehmet’in şutu canlanarak. “ama tecrübe eksiği var… linderoth’un pozisyon bilgisi bambaşkaydı.” bir diğer yardımcı antrenör araya girdi: “barış özbek de savaşçı bir ruhla oynuyor, alternatifsiz değiliz.” feldkamp başını salladı. alternatifler mevcuttu elbet; gençler ellerinden geleni yapıyordu. yine de linderoth’un sakatlığı, karmaşık bir bilmeceye yeni bir düğüm atmıştı. takım, sezonun geri kalanında onsuz nasıl ayakta kalacaktı? teknik ekip bu sorunun cevabını bulmaya çalışırken birbirinden zorlu maçlar kapıdaydı.
florya’daki atmosfer yalnızca sakatlıklarla değil, yıldız oyuncu lincoln’ün ruh haliyle de ağırlaşmıştı. brezilyalı oyun kurucu, haziran’da büyük umutlarla getirilip ilk maçlarında parlamıştı; fakat eylül’deki beşiktaş derbisinde kadro dışı kalışıyla sanki büyü bozulmuştu.
o günden sonra lincoln içine kapanmış, neşesi ve özgüveni törpülenmişti. kasım ayı boyunca sahada varlığı ile yokluğu belli değildi; antrenman çıkışlarında genellikle tek başına, kapüşonunu başına geçirmiş halde sessizce yürürken görülüyordu. bir dedektif hikâyesinde esrarengiz bir karakter nasıl köşesine çekilirse, lincoln de takım arkadaşlarından gitgide soyutlanıyordu.
hafta basında lincoln’ün gece hayatına daldığı, takımdan koptuğu yönünde haberler çıkmaya başladı. spor sayfalarında “lincoln neden suskun?” başlıkları atılıyor, televizyon yorumcuları brezilyalı’nın değeriyle orantılı performans göstermediğini hararetle tartışıyordu. bu dedikodular lincoln’ü iyice bunaltıyor, onu takım arkadaşlarından bir adım daha uzaklaştırıyordu.
4 kasım’da gaziantepspor deplasmanına çıktıklarında stat neredeyse bomboştu. mücadele, 90 dakika boyunca tatsız ve huzursuz bir havada geçti. tribünlerin sessizliği adeta bir hayalet maç atmosferi yaratmıştı. galatasaray sanki kendi gölgesiyle mücadele ediyordu. maç 1-1’lik beraberlikle bittiğinde soyunma odasına doğru yürüyen oyuncular, uğultusuz tribünlerin yerine kendi iç seslerinin eleştirilerini duyuyorlardı.
8 kasım 2007 akşamı ali sami yen stadı’nın atmosferi, yaklaşan önemli bir avrupa sınavının elektriğiyle yüklüydü. uefa kupası h grubu’ndaki ikinci maçında galatasaray, isveç’in helsingborg takımını ağırlıyordu. tribünler her zamanki gibi tutkulu ama hafif tedirgindi; ilk grup maçında bordeaux’ya deplasmanda 2-1 yenilmiş olması herkesi diken üstünde bırakmıştı. bu maçı kazanıp grupta ayağa kalkmaları bekleniyordu.
maç başladığında, sarı-kırmızılı ekip baskılı görünse de helsingborg’un kontraatak tehdidi stadın üstüne kara bulutlar gibi çökmeye başladı. 30. dakikada eski dünya yıldızı henrik larsson ceza sahamızda bir anda topla buluştu. sabri’nin uzaklaştıramadığı topu larsson affetmedi, ağlarımıza bıraktı. ali sami yen bir an buz kesti; sanki tüm stat, bir suç mahallinde bulunmuş şaşkın tanıklar gibiydi. daha bu şoku atlatamadan, 39’da sabri’nin orta alanda larsson’a kaptırdığı bir top hızlı hücuma dönüştü. isveç ekibinin hücumcusu omotoyossi kalecimiz aykut ile karşı karşıya kaldı ve skoru 2-0 yaptı.
feldkamp kenarda öfkeyle saha kenarına yürüdü. yüzü kızarmış, sabrı taşmıştı. bu gollerde hatası bariz görülen sabri’ye döndü ve ıslıklar altında radikal bir karar aldı: 43. dakikada sabri’yi kenara çekti.
sabri kenara geliyordu fakat yedek kulübesine değil, doğruca soyunma odasının yolunu tuttu. çileden çıkan sabri, feldkamp’ın kararını protesto edercesine saha kenarında durmadı bile. yardımcı kaptan hasan şaş koşarak ona yetişmeye çalıştı, “dur, buraya gel!” diye seslendi. soyunma odası tünelinin girişinde sabri’yi kolundan tutup yedek kulübesine yönlendirmeye çabaladı hasan. ancak sabri’nin gözleri dönmüştü; kolunu sertçe çekip “bıktım artık!” diye haykırdı. giderken duyduğu tek şey, tribünden yükselen uğultu ve hocasının yüzündeki öfkeydi. o an sabri’nin dudaklarından dökülen birkaç kelime kulak misafiri olan bir görevlinin kanını dondurdu: “galatasaray benim için bitmiştir!” diye mırıldandı sabri dişlerinin arasından, gözleri dolu bir halde.
maçın sonunda galatasaray sahadan 3-2 mağlup ayrıldı. hakemin son düdüğüyle birlikte ali sami yen tribünlerinde uğultulu bir sessizlik hakim oldu. galatasaray, uefa kupası grubunda ikinci maç sonunda da puansız kalmıştı, üstelik kendi evinde zayıf görünen bir isveç takımına mağlup olarak.
galatasaray’ın ligdeki namağlup unvanını korusa da, puan tablosunda fenerbahçe’nin yaklaşmasına engel olamamıştı. fenerbahçe o hafta kazanmış ve aradaki puan farkı iyice azalmıştı. galatasaray liderliğini sürdürüyordu sürdürmesine ama artık ensesinde ezeli rakibinin nefesini hissediyordu.
ardından 11 kasım’da ali sami yen’de gençlerbirliği ile karşılaştı cimbom. tribünler, helsingborg hezimetinden birkaç gün sonra takımı ilk kez evinde izleyecekti. taraftarın gönlünü almak şarttı. maçın başında soğuk bir duş daha yaşandı: henüz 3. dakikada gençlerbirliği oyuncusu kerem şeras uzak mesafeden öyle bir şut çıkardı ki top ağlara gidiverdi. yine mi?” diye inledi bazı seyirciler, daha yeni oturdukları koltuklarında. savunma yine bocalamış, konsantrasyon dağılmıştı. feldkamp kenarda ellerini iki yana açıp bağırdı, oyuncularını uyarmaya çalıştı. bu erken gol florya’daki soru işaretlerini tekrar hortlatmıştı: sorun takımda mıydı, yoksa talih mi galatasaray’a küsmüştü? neyse ki bu kez cevap gecikmedi. 12. dakikada mehmet topal yaklaşık 25 metreden öyle bir füze yolladı ki top gençlerbirliği ağlarına gitti.
genç oyuncu, linderoth’u aratmayacağını kanıtlamak istercesine yumruklarını sıkarak sevindi. skor 1-1’e gelmişti ve takımın üstündeki ölü toprağı biraz silkelenmişti. bu golle birlikte tribünler de yeniden canlandı. “meh-met to-pal!” tezahüratları yükseldi, genç ön libero taraftarın yeni gözdesi olmaya başlıyordu. ilk yarının ilerleyen dakikalarında galatasaray vites yükseltti. 30. dakikada sahneye bir başka genç isim, serkan çalık çıktı; ceza sahası içinde bulduğu topu fırsatçı bir dokunuşla filelere yolladı.
bir anda skor 2-1 olmuş, ali sami yen’i bayram yerine çevirmişti. kenarda feldkamp dahil herkes ayağa fırladı, sevinçle alkışladı. bu gol, gencecik serkan’ın süper lig’deki ilk golüydü ve takımını öne geçirmişti. devreye bu moralle girildi. ikinci yarıya galatasaray hızlı başladı. 50. dakikada bu kez lincoln sahne aldı: brezilyalı yıldız, ceza sahası çizgisi üzerinden klas bir vuruşla topu ağlara gönderdi. skor artık 3-1’di. lincoln gol sevincinde yüzünde hafif bir gülümsemeyle ellerini havaya kaldırdı; sanki üstündeki kara bulutları birkaç dakikalığına dağıtmıştı. arkadaşları onu tebrik ederken tribünler “linnn-coln, linnn-coln!” diye tempo tuttu. bu gol, lincoln’ün mental durumuna bir nebze ilaç gibi gelmişti. feldkamp da kenarda alkışlayarak moral verdi. 89. dakikada, tam maç bitiyor derken, gençlerbirliği’nden ayhan tuna üzümcü kafa golüyle skoru 3-2’ye getirdi ve maç bu skorla sona erdi.
feldkamp, skorun 3-1’den 3-2’ye gelmesine içerlemişti. savunma oyuncularına sert bakışlar attı, “bu kadar basit gol yenir mi?” diye homurdandı. ancak galibiyet galibiyetti ve fenerbahçe ile puan farkının yeniden açılmasını sağladı. aynı hafta fenerbahçe de kendi maçını kazanmış olsa da, galatasaray zirvedeki yerini koruyordu. puan farkı kıl payı da olsa lehlerineydi, namağlup unvanı da (en azından o hafta için) devam ediyordu. fakat herkes biliyordu ki bu ip üstünde yürümeye benziyordu; en ufak bir sendelemede dengeleri alt üst olabilirdi.
milli maç arasıyla geçen iki haftalık boşluk, florya’da tansiyonun biraz düşmesine fırsat verdi. ne var ki dedikodu kazanı kaynamaya devam ediyordu. basında, feldkamp’ın devre arası transferinde savunmaya takviye istediğine dair haberler çıktı. özellikle emre aşık’ın ankaraspor’a gönderilmesinin hata olduğunu ima eden köşe yazıları yazıldı: “galatasaray tecrübeli stoperinin yokluğunu hissediyor” başlıkları görülüyordu. feldkamp bu yazılara kulak tıkamaya çalışsa da aslında hepsini okuyordu. bir akşam odasında yalnızken masasında bir gazete manşeti duruyordu: “kalli’nin kumarı: emre’siz savunma”. alman hoca, hafif titreyen elleriyle gözlüğünü çıkarıp masaya koydu. bu eleştiriler sinirine dokunuyordu. öfkeyle gazetenin katlanmış kenarını düzeltti ve kendi kendine söylendi: “ben kararımın arkasındayım. gençleri kazandık sonuçta… değil mi?” bu soruya kim cevap verecekti ki? odada yalnızdı ve duvarlardan bir yanıt gelmeyeceğini bilerek, derin bir nefes aldı. ertesi gün verdiği bir röportajda sezon başından beri suskun kaldığı emre aşık konusuna ilk ve son kez şöyle açıklık getirdi;
sezon başında takımdan gönderilen emre aşık'ın milli takımda gösterdiği performansın sorulması üzerine feldkamp, şunları kaydetti: "o dönemde servet ile emre arasında bir tercim yapmam gerekiyordu. ben servet'i tercih ettim. emre'yi de bu yüzden göndermem gerekiyordu. alternatif ise o zaman tomas ile bouzid arasındaydı. bu kararda futbolcuların yaşları da etkili oluyor. şu an geride song ve servet ikilisiyle oynuyoruz. yediğimiz gol sayısı da çok az. böyle bir ikili arasında emre'nin oynama fırsatı bulacağını da düşünmüyorum, ama kulübede de olsa 4-5 tane iyi oyuncum olursa, buna 'hayır' demem."
alman teknik adam, basında takımının yeteri kadar çalışmadığına dair yer alan eleştirilerin hatırlatılması üzerine, "biz iyi çalışmıyorsak niye hala lideriz? o yüzden, genel olarak onların ne yazdığı benim için ön planda değil. benim için önemli olan, takımın şu an lider ve milli takıma formda oyuncuları gönderebilecek kapasitede olması. ben de takımımı şu an çok formda buluyorum" dedi.
kasım’ın son günlerinde galatasaray, adeta zorlu bir polisiyenin finale yaklaşan bölümlerindeki gibi, her sayfası gerilim dolu anlar yaşadı. 25 kasım’da deplasmanda trabzonspor’un karşısına çıkmak üzere takım karadeniz’e uçtu. trabzon deplasmanı, her zaman belalı geçer, hele ki tribünler tıklım tıklım doluysa… avni aker stadı’nda 20 binin üzerinde coşkulu karadenizli taraftar, lider galatasaray’ı yenip sürpriz yapmak istiyordu. feldkamp sürpriz bir kadro tercihine daha imza attı: hücum hattında genç serkan çalık ileride tek forvet başlayacaktı. orta sahada lincoln yine 11’deydi, yanında arda turan ve hasan şaş’la birlikte. bu cesur kadro seçimi hem takımdaki jenerasyon değişiminin göstergesi, hem de feldkamp’ın “formda olan oynar” prensibinin sonucu gibiydi. maç beklenildiği gibi çekişmeli geçti. ilk yarıda iki taraf da temkinliydi, pozisyon kısıtlıydı. galatasaray savunması bu kez dikkatliydi; servet ve song ikilisi, trabzon’un tehlikeli forvetlerine geçit vermiyordu. linderoth’suz orta sahada mehmet topal yine basmadık yer bırakmıyor, barış özbek koşularıyla rakibi bunaltıyordu. fakat hücumda genç serkan, trabzon savunmasına diş geçirmekte zorlanıyordu. dakikalar ilerledikçe tribünlerin baskısı artıyor, her trabzon atağında uğultu kulakları çınlatıyordu. feldkamp kenarda endişeyle saate baktı; dakikalar su gibi akıyor, gol gelmiyordu. maçın 70. dakikasından sonra galatasaray risk almaya başladı. feldkamp, 86. dakikada arda’yı kenara alıp ümit karan’ı oyuna sürdü. çift forvete dönen takım, son bir hamleyle galibiyet golünü arıyordu. 89. dakikaya gelindiğinde hala tabelada koca bir 0-0 yazıyordu. herkes beraberliğe razı gibi görünürken, galatasaray ceza yayı üzerinde serkan çalık bir şut çekti. top kalabalığın arasından sıyrılıp kaleciyi kontrpiyede bırakarak ağlarla buluştu: gol! galatasaray 1-0 öne geçmişti! avni aker bir anda sessizliğe büründü, yüzlerce trabzon taraftarı şokla ellerini başına götürdü. sarı-kırmızılı takımın yedek kulübesi ayağa fırladı; feldkamp yardımcılarına sarıldı, futbolcular coşkuyla kulübeden çıkıp sevindi. galatasaray deplasmandan altın değerinde üç puanla dönüyordu.
ancak aralık ayının getirecekleri, yeni fırtınaların habercisiydi. feldkamp odasında aralık takviminin üzerine eğilmiş, önündeki maçların planlarını kuruyordu. uefa kupası’nda gruptan çıkmak için son bir umut panionios deplasmanında alınan 3-0’lık galibiyetle doğmuştu; o maçta serkan çalık, song ve hakan şükür’ün golleriyle takım moral bulmuştu.
2 aralık 2007 sabahı, florya’nın üzerine çöken puslu hava sanki galatasaray’ın sezon içindeki ruh halini yansıtıyordu. takım hala namağlup gidiyor ama içerideki çelişkiler, çözülmemiş çatışmalar ve bastırılmış öfkeler her geçen gün daha görünür hale geliyordu.
o gün istanbul bşb ile deplasmanda oynanacak maç öncesi, feldkamp oyuncularına kısa bir konuşma yaptı. “yorgunluk, sakatlık, dedikodu... bunları bir kenara bırakın. kazanmaya devam etmeliyiz. ligde lideriz ama bu sadece bir istatistik.”
maç başladığında galatasaray topa sahipti ama üretkenlikten uzaktı. lincoln sakattı, linderoth sakattı, ayhan akman sakattı. feldkamp, arda’ya daha merkezi bir rol vermişti. feldkamp yıldızının pek barışık olmadığı hasan şaş'ı da sahaya sürmüştü, şaş maçın sürpriziydi. rakip, organizeydi.
marcus ve sertan'ın golleriyle 2-0 yenik duruma düşen sarı-kırmızılı ekip, hakeme karşı sportmenlik dışı hareketlerde bulunan hasan şaş'ın 80'inci dakikada kırmızı kart görmesiyle 10 kişi kaldı. buna rağmen maçı bırakmayan cimbom, 72'de hakan balta ve 90+2'de ümit karan'ın attığı golle beraberliği yakaladı. gördüğü kırmızı kartla belki de g.saray'ı 2 puandan eden hasan şaş, ertesi hafta oynanacak fenerbahçe-galatasaray derbisinde cezalı duruma düştü.
hasan şaş, istanbul büyükşehir belediyespor maçından sonra yaptığı açıklamada galatasaray'a devre arasında veda edeceğini açıkladı.
artık herkes aralık’ın ilk haftasında oynanacak o büyük derbiyi düşünmeye başlamıştı bile: fenerbahçe–galatasaray derbisi ufukta bekliyordu. medyada şimdiden bu maçın manşetleri atılıyordu: “iki ezeli rakip zirve yarışında!” başka bir gazete “cimbom namağlup, kanarya pusuda” diyordu. evet, galatasaray ligdeki namağlup unvanını korumuştu. 14 maçta 9 galibiyet ve 5 beraberlik ile yenilgisiz olarak 32 puanla fikstürde kadıköy deplasmanına gelmişti. fenerbahçe ise 4 puan geride 3. sırada yer alıyordu. ikinci sırada 31 puanla sivasspor yer alıyordu.
kavgalar, kutuplaşmalar, tartışmalar, polemikler, restler, son anda çevrilen maçlar... işte kasım ayı galatasaray için böyle geçti. takım artık çok kısa süre içinde feldkamp'ın bile tartışılır hale geleceği bir sürece doğru hızla ilerliyordu.