88
şöyle ki, 90'ların çocukları olarak bizler okulu aksatmak pahasına şampiyonlar ligi maçlarını izlemek için dayak yemeyi göze almış bir nesiliz. 30 eylül 1998 galatasaray athletic bilbao maçı her mütevazi türk ailesi gibi evimizde tek bir televizyon vardı, o da ne yazik ki yatak odasında olduğu için validem, sultanım sabah okulumun olmasından dolayı maçı izlememe izin vermemişti. yatağıma uzandıktan sonra odaklandığım tek şey maç saati ve babamın yüksek ses reaksiyonları oldu. bir türlü geçmeyen zaman, spikerin anlamsız yükselişleri, babamın dur durak bilmeyen küfürleri kalbimi daha çok hızlandırıyordu artık bir şeyler yapmam gerektiğine inanıp mutfağın yolunu tuttum. gri tek kapaklı grundig buzdolabının saatinde 22:05 yazıyordu, yani bu demek oluyor ki, ilk yarının bitmesine 10 dakika var. reklamlarda televizyonun sesi kısılır ve sabah işe gidecek olan anne biraz daha uykuya dalmış olur. bunun zaman çizelgesini ve önemini hissetmeden asla bilemezsiniz. her şeyi tek tek planlamıştım eğer bütün olasılıklar gerçekleşirse maçın son bölümlerini izlemek için tek bir fırsatım olacaktı bu fırsatı asla kaçıramazdım. 22:35'e kadar sobanın ısı alanından oldukça uzak olan mutfağın o soğuk fayanslarında harekete geçirmeyi planladığım şeyleri düşünmekten başka hiçbir şey yapmıyordum. ikinci yarının başlamasıyla kapı kilidine kulağımı dayayıp hareket saatimi beklemeye başladım artık buradan dönüş yoktu şartlar ne olursa olsun o yatağın ortasında maçı izleyecektim. ilk yarı ismael urzaiz'in kaydettiği beraberlik golünden sonra ne spikerin havası kalmıştı, ne de babamın küfürlerinden tek bir eser. 2.yarı beklenen baskı athletic bilbao'dan geldiği için skor 1-1'e kilitlenmişti çünkü. artık benim zamanımın geldiğini hissedip sessizliğin getirmiş olduğu konsantrasyonu arkama alarak kapı kolunu indirip odaya adım attım. sizi temin ederim babam ile sadece 3 saniye göz göze geldik, kafasını tekrar televizyona çevirip bir koluyla 4 parmağını kendine çekerek ''gel buraya evlat'' hareketini gördüm. korkarım odaya ben değil de abraham lincoln girseydi eminim aynı reaksiyonu gösterirdi. en son hatırladığım ceza yayındaki karambolden topu uzaklaştırmaya çalışan alkizanın önünü tugay cansiperane şekilde kesince spikerin golü hissedercesine 'tugay söktu topu' cümlesı oldu. hagi 18e bile girmeden falsolu şutuyla kaleci etxeberrianın adeta belini kırmış babam o sevinçle yatağın ortasında birden revivo taklası atıyordu. bu hengamede annemin uyanıp yatağın üstünde gecenin o saatinde takla atan kocasına sen bu saatte ne yapıyorsun demesini beklerdim ama kendisi terlikle beni odama sürüklemeyi tercih etti. :) sizin anlayacağınız ne o golü unutabildim, ne de annemin terliğini üzerimde parçalama deneyimini.
tanrı eksiklerini hissettirmesin hala kendileri ile aynı çatı altında yaşıyor olmak bile bu güzel anılarımı diri tutmamı sağlıyor. yıllarca tribün koşuşturması bana o duyguları unutturmuştu, ta ki passolig uygulamasına kadar. e-bilet kullanmayan birisi olarak hayatımda eksikliğini unuttuğum bu duyguları 4 senedir birlikte yaşıyoruz. aynı totemleri uygulayıp, şampiyonluk gollerinde sevinçten birbirimizin omuzunu ısırıyoruz. bir gün eğer gerçekten omuzumu ısırarak bütün sezonun hırsını kendi vücudumdan atabilen erkek evladına sahip olabilirsem size söz önce gelip sizlerle paylaşacağım.
tanrı galatasaray'ı korusun ve yüceltsin.
tanrı eksiklerini hissettirmesin hala kendileri ile aynı çatı altında yaşıyor olmak bile bu güzel anılarımı diri tutmamı sağlıyor. yıllarca tribün koşuşturması bana o duyguları unutturmuştu, ta ki passolig uygulamasına kadar. e-bilet kullanmayan birisi olarak hayatımda eksikliğini unuttuğum bu duyguları 4 senedir birlikte yaşıyoruz. aynı totemleri uygulayıp, şampiyonluk gollerinde sevinçten birbirimizin omuzunu ısırıyoruz. bir gün eğer gerçekten omuzumu ısırarak bütün sezonun hırsını kendi vücudumdan atabilen erkek evladına sahip olabilirsem size söz önce gelip sizlerle paylaşacağım.
tanrı galatasaray'ı korusun ve yüceltsin.