98
özhan canaydın'ın bozuk saat misali yaptığı en güzel işlerden biriydi feldkamp'ı tekrar takıma kazandırmak. aradan koskoca 9 sezon geçmiş, en son besiktas'tan sağlık sorunlarını öne sürerek ayrılan kalli'yi galatasaray'a gelmesi için ikna etmişti. bazılarımız 1993 yılında hissettiklerini tekrar yaşamaya başladı.
hatırlanacağı üzere 1992-93 sezonunda feldkamp ile birlikte dört kupa kazanmıştık. o zamanlar da kulübümüzün mali yapısı pek iç açıcı değildi. aynı 2007-2008 sezonunun galatasarayı gibi. yeni bir kıvılcım ve yeni başarılar hedeflenmişti tekrar. seviniyorduk bir nevi. biraz daha kalli'ye dönmek gerekirse; 1992 yılında galatasaray için imzayı attığında bütün alman basınında çıkan haberlere şu cevabı veriyordu: '' artık almanya'da başaracak birşey kalmadı.''
zaten bundesliga'da farklı takımlar ile kupa şampiyonluğu ve lig şampiyonluğu da yaşamıştı. almanya'nın en başarılı teknik direktörü seçildiği o yıllarda her şeyi bir kenara bırakıp bizim hocamız olmuştu. heyecanlıydık.
feldkamp'ın çok özel bir niteliği vardır. buna dikkat eden kaç kişi oldu hiç bilmiyorum fakat çok önemlidir benim için. kalli hiçbir zaman başkanların arkasına sığınmaz ve takıma yüksek maliyetlerle kazandırılan hiçbir yıldız oyuncuya bel bağlamaz. bunun yanı sıra hücum oyununun karşısında defansa yatarak oyunu da köreltmez. anti futbol diyoruz biz bunu yapanlara. evet, defansa yatarak futbolu köreltmek futbol karşıtlığıdır. işte kalli de bunu hiç sevmez.
kalli'nin diğer bir güzel özelliği ise adı duyulmamış gençler. her kesimden genç futbolcuyu izler, olmadı takibe aldırırdı. bu şekilde takıma kazandırdığı birçok gencin hem önünü açar, hem de onların katkılarını doyumsuz bir zevk ile izler.
bunun yanında her daim zararını gördüğümüz bir türk spor medyası var ki dillere destan. bizim basınımız, daha kalli'nin 1992 yılında istanbul'a ayak bastığı ilk günlerde o'nun almanya'da iş bulamamasından dolayı galatasaray ile anlaştığını yazarak haber niyetine insanlara gerçeği yansıtmayan bilgiler veriyordu. bu hep böyle oldu ve maalesef böyle devam edecek. aynı spekülasyonlar o dönemlerde de yapılıyordu. takıma kazandırılan yeni transferlerden stumpf ileri derecede yeteneksiz, gütshow adı sanı duyulmamış ve falko götz de yaşlı olarak lanse edilecekti.
türk spor basınının bu denli gevşek olduğunu çabuk anlayan kalli artık umursamadı ve basını dalgaya aldı. bu sefer de elin almanı bizle dalga geçiyor diye kendilerini yırttı spor basınımız. daha sonra galatasaray'ın başında geçirdiği günler bizlere meyve veren ağaç misali yansımaya başlamıştı. takım çok iyi hücuma çıkabiliyor ve topu gayet iyi kullanmayı becerebiliyordu. bunu yaparken de toplu halde oynamayı öğrenebilmiştik ne mutlu ki!
ara sıra kendisine yöneltilen sorulara cevap vermeye çalışan kalli, bir gün şöyle bir soru ile karşı karşıya kaldı;
- 4-4-2 mi 3-4-3 mü oynatmayı planlıyorsunuz?
bu soruyu kendisine yönelten muhabire şu şekilde cevap verdi; '' futbolda taktik dizilişleri sayılardan ibaret sananlar futbolla ilgilenmesin. gidip süpürge satsınlar.''
daha sonra geliştik, geliştik, geliştik... avrupai bir sisteme merhaba demiştik artık. hakan şükür için antrenman sahasına toplar astırarak kafa vuruşları çalıştırdı. bülent korkmazı, götz ve stumpf'un arasında harmanladı. daha sonra tugay'a orta sahanın tam ortasında görev verdi. okan'ı da onun yanına koydu. bu gidişat sezon sonunda türkiye kupasını, tsyd ve cumhurbaşkanlığı kupasını kazandırmıştı. bu şekilde spor medyamıza en güzel cevabı ilk sezonunda vermişti kalli.
bu şekilde devam ettik. kalli'nin sistemi 4 kupalı sezon görmemizi sağladı, şampiyonlar ligine giden ilk takım olmamıza imkan tanıdı ve türk milli takımının iskeleti galatasaraylı (kalli'nin futbolcular) oyuncuların sayesinde oluştu. bunlara ek olarak ileride kazanılacak avrupa kupaları, avrupa'da başarılar ve sayesinde avrupa'ya açılan türk futbolcular da artılarımız oldu.
bunların yanında unutulmaması gereken en büyük kişi ise derwall'dir. o'nun sayesinde, o'nu kıramayarak almanya'da kendisine yapılan bütün teklifleri reddetmiş ve galatasarayı tercih etmişti.
hatırlanacağı üzere 1992-93 sezonunda feldkamp ile birlikte dört kupa kazanmıştık. o zamanlar da kulübümüzün mali yapısı pek iç açıcı değildi. aynı 2007-2008 sezonunun galatasarayı gibi. yeni bir kıvılcım ve yeni başarılar hedeflenmişti tekrar. seviniyorduk bir nevi. biraz daha kalli'ye dönmek gerekirse; 1992 yılında galatasaray için imzayı attığında bütün alman basınında çıkan haberlere şu cevabı veriyordu: '' artık almanya'da başaracak birşey kalmadı.''
zaten bundesliga'da farklı takımlar ile kupa şampiyonluğu ve lig şampiyonluğu da yaşamıştı. almanya'nın en başarılı teknik direktörü seçildiği o yıllarda her şeyi bir kenara bırakıp bizim hocamız olmuştu. heyecanlıydık.
feldkamp'ın çok özel bir niteliği vardır. buna dikkat eden kaç kişi oldu hiç bilmiyorum fakat çok önemlidir benim için. kalli hiçbir zaman başkanların arkasına sığınmaz ve takıma yüksek maliyetlerle kazandırılan hiçbir yıldız oyuncuya bel bağlamaz. bunun yanı sıra hücum oyununun karşısında defansa yatarak oyunu da köreltmez. anti futbol diyoruz biz bunu yapanlara. evet, defansa yatarak futbolu köreltmek futbol karşıtlığıdır. işte kalli de bunu hiç sevmez.
kalli'nin diğer bir güzel özelliği ise adı duyulmamış gençler. her kesimden genç futbolcuyu izler, olmadı takibe aldırırdı. bu şekilde takıma kazandırdığı birçok gencin hem önünü açar, hem de onların katkılarını doyumsuz bir zevk ile izler.
bunun yanında her daim zararını gördüğümüz bir türk spor medyası var ki dillere destan. bizim basınımız, daha kalli'nin 1992 yılında istanbul'a ayak bastığı ilk günlerde o'nun almanya'da iş bulamamasından dolayı galatasaray ile anlaştığını yazarak haber niyetine insanlara gerçeği yansıtmayan bilgiler veriyordu. bu hep böyle oldu ve maalesef böyle devam edecek. aynı spekülasyonlar o dönemlerde de yapılıyordu. takıma kazandırılan yeni transferlerden stumpf ileri derecede yeteneksiz, gütshow adı sanı duyulmamış ve falko götz de yaşlı olarak lanse edilecekti.
türk spor basınının bu denli gevşek olduğunu çabuk anlayan kalli artık umursamadı ve basını dalgaya aldı. bu sefer de elin almanı bizle dalga geçiyor diye kendilerini yırttı spor basınımız. daha sonra galatasaray'ın başında geçirdiği günler bizlere meyve veren ağaç misali yansımaya başlamıştı. takım çok iyi hücuma çıkabiliyor ve topu gayet iyi kullanmayı becerebiliyordu. bunu yaparken de toplu halde oynamayı öğrenebilmiştik ne mutlu ki!
ara sıra kendisine yöneltilen sorulara cevap vermeye çalışan kalli, bir gün şöyle bir soru ile karşı karşıya kaldı;
- 4-4-2 mi 3-4-3 mü oynatmayı planlıyorsunuz?
bu soruyu kendisine yönelten muhabire şu şekilde cevap verdi; '' futbolda taktik dizilişleri sayılardan ibaret sananlar futbolla ilgilenmesin. gidip süpürge satsınlar.''
daha sonra geliştik, geliştik, geliştik... avrupai bir sisteme merhaba demiştik artık. hakan şükür için antrenman sahasına toplar astırarak kafa vuruşları çalıştırdı. bülent korkmazı, götz ve stumpf'un arasında harmanladı. daha sonra tugay'a orta sahanın tam ortasında görev verdi. okan'ı da onun yanına koydu. bu gidişat sezon sonunda türkiye kupasını, tsyd ve cumhurbaşkanlığı kupasını kazandırmıştı. bu şekilde spor medyamıza en güzel cevabı ilk sezonunda vermişti kalli.
bu şekilde devam ettik. kalli'nin sistemi 4 kupalı sezon görmemizi sağladı, şampiyonlar ligine giden ilk takım olmamıza imkan tanıdı ve türk milli takımının iskeleti galatasaraylı (kalli'nin futbolcular) oyuncuların sayesinde oluştu. bunlara ek olarak ileride kazanılacak avrupa kupaları, avrupa'da başarılar ve sayesinde avrupa'ya açılan türk futbolcular da artılarımız oldu.
bunların yanında unutulmaması gereken en büyük kişi ise derwall'dir. o'nun sayesinde, o'nu kıramayarak almanya'da kendisine yapılan bütün teklifleri reddetmiş ve galatasarayı tercih etmişti.