• 3282
    soğuk rüzgarların estiği bir mart günüydü, çocuk üşüyordu evde. sabah okul vardı ve klasik pazar akşamı stresini yaşıyordu. ama maç vardı. maçı tuttuğu takımın kazanıp, maraton programında erman toroğlunun, o takım hakkındaki methiyelerini duymak isterken buldu kendini. erken yatmamalıydı. annesine karşı direnmeliydi. pazar akşamı evde ailecek oturmaktan sıkılan annemin abisi (dayım) bizi çay içme bahanesiyle eve davet etmişti. o zamanlar maçları cine5 verirdi. ve o 9 yaşındaki çocuk için cine5, şimdiki çocukların, paris'te disneyland'da atlı karıncaya binmek hayaliyle eşdeğerdi. ve çocuğun dayısının evinde cine5 vardı. bu inanılmaz bir davetti. maçı radyodan dinlemek yerine, televizyondan izleyebilecekti.

    eve varınca maç başlamıştı bile. ardı ardına gelen ataklar golü getirmiyor. sıcak akdeniz şehrinden gelen kırmızı-beyazlı takım, soğuk rüzgar ve güçlü rakip karşısında direndikçe direniyordu. çocuk; radyodan dinlesem çoktan gol atardık diyerek, toteme inandığını o yaştan belli etmişti. derken kırmızı-beyazlı takım, ekranın kuzeyinde bulunan büyük 'marshall' yazısını, 4-5 kendinden geçen beyaz formalı adamın sevincini göstererek kaybettirdi. gol atmışlardı. çocuk şaşkındı. bir gol atmayı beklerken, şimdi 2 gole çıkmıştı bu beklenti. isminin metin türel olduğunu çok sonralardan öğrendiği beyaz saçlı adam, gol üzerine sigarasını yakmıştı. çocuk kızgındı, sigara sağlığa zararlıydı bir kere. ya da o sigaranın, onun adına yenecek 2-3 golün efkarı olacağını umut etmişti.
    dakikalar sonra atılan beraberlik golü. 72. dakika. çocuk hemen 90 dan 72 yi çıkarıp 18 i bulmuştu. 18 dakika vardı. 10 dakikalık tenefüste, meysu meyve suyunun paketiyle 3 gol atardı o çocuk. 11 tane adam neden bir gol atmasın ki?

    o 18 dakikada kırmızı-beyazlı takım 2 tane attı. hakem bitiş düdüğünü çaldığında, çocuğun boğazına birşeyler düğümlendi. konuşacak gibi oldu, konuşamadı. ortamdan midesi bulanmıştı. galatasaray yenilmiş ve ona rağmen ortamda kahkahalar, anılar, iş-güç havada uçuşuyordu. nasıl bu kadar sakin olabilirlerdi? çocuk yarın istiklal marşından sonra sınıfına koşarak gelecek ve aynı takımı tuttuğu adamlara çak! yapacaktı. herkes o çocuğa galatasaraylı olarak bakıp, saygı duyacaktı. olmadı. çocuk kaldıramadı vurdumduymazlığı. gözlerinden 2 damla yaş süzüldü. dayısı ve babası kızdı. bu sadece futbol maçıydı. abartılmamalıydı. dersler daha önemliydi. ama çocuk bunları umursamamıştı bile. o yaşta, müthiş bir farkındalıkla, bunun bir futbol maçından fazla olduğunu, bunun bir sevda olduğunu yazmıştı bile. annesi utanmıştı çocuğun. misafirliktelerdi ve 9 yaşında eşşek kadar çocuk, bir top için ağlıyordu ona göre. çocuk umursamadı. sabah istiklal marşını boynu bükük okuyacaktı. sınıfa koşarak değil, yürüyerek gidecekti. fenerbahçeli ve sınıftaki en büyük rakibi tuna, hayat bilgisi yazılısına daha moralli girecekti.

    aradan 15 sene geçti. çocuk büyüdü. anadolu lisesini kazandı. o yaşta lgs gibi bir dayatmaya karşı gelerek. öss işkence aletinden, endüstri mühendisi adayı unvanını alarak geçti. askerliğini yaptı, kar çamur dinlemeden. bu 15 senede uefa kupası ve süper kupayı gördü. yurt dışında, belki tuna'nın göstermediği saygıyı, ispanyol, ukraynalı hatta amerikalı dostlarından gördü. istiklal marşını yüreğinden, coşkuyla okudu. kız arkadaşlarının yanına her maçtan sonra koşarak gitti. kaç kız, kaç arkadaş gelip geçti ama galatasaray ve ailesi o günden beri yanında kaldı.

    o çocuk işe girdi. belli bir miktarda para kazandı. araba aldı. koltuğuna, kazandığı parayla galatasaray forması geçirdi. o çocuk dün maçtaydı. berbat bir sezon geçmiş, akılalmaz işler yapılmıştı. ama çocuk umutluydu. 'galatasaray adının olduğu yerde umut vardır' cümlesini, şarlatanlar gibi dile getirenlerden değil, yüreğinde hissedenlerdendi. umutluydu. kendi şehrinin güçlü takımına karşı oynayacak olmasına rağmen umutluydu. gurbetçi bir genç golü kaçırdıktan sonra, çocuğun boğazı düğümlendi, konuşacak gibi oldu, konuşamadı. kahkahalar dört bir yanındaydı. umudu azalmaya başlamıştı. bu takımın düzeleceği yoktu. ama olsun dedi. gelecek seneyi beklerim dedi. belki menfaatleri uğruna, bu büyük takımı gaflet, dalalet hatta hıyanet içinde satanlar belki gider dedi. düzeliriz dedi. fenerbahçeli ve beşiktaşlı dostlarım belki yine bana saygı duyar dedi.

    2014 yılı çok ama çok soğuk bir ocak sabahı. çocuk boynu bükük bir şekilde, kapıyı açtı. laptopunu kaldırdı. montunu hala çıkaramamıştı, soğuktu oda. aklına dün gece geldi. gözleri doldu, ağlayacak gibi oldu ama ağlamadı. 'benim hala umudum var' dedi ve sıcak bir çay koydu kendine.

    kim bilir, belki de umudu olan nice kongre üyeleri vardır ve üzerimize tüm ağırlığını koyan, canımızı acıtan bu taşın altına ellerini koyup, bizi kurtarırlar.
    o çocuklardan çok kalmadı çünkü. galatasaraylı demekten utanıp, başkalarına sevdalananlar var artık. muhaliflik yapmaktan kaçan çocuklar var. bu çocuklar büyüdüğünde o stadı doldurmak zor olmadan, haydi, o taşa elinizi koyun!
App Store'dan indirin Google Play'den alın