*

  • 1
    peşin not: başlığı egzajere etmek için açmadım. "dünyanın en başarılı" değil dünyanın en "başarılı ama güçsüz kulübü" şeklinde okuyun.

    tabii ki galatasaray'dır. dünya üzerinde yerel liginde bu kadar başarılı, bu kadar fazla taraftarı olup da başta sosyal medya olmak üzere özellikle futbol dünyasında güçsüz olan başka takım yoktur. beceriksizlik mi, umursamamak mı, güç yetmezliği mi, rakiplerin gücü mü bilmiyorum ama ne kadar başarılı olursak olalım hiçbir şekilde ağırlığımızı koyamıyoruz. rakipler bir gündem belirliyor, biz de onların belirlediği konularda "sadece" savunma yapmaktan başka bir şey yapamıyoruz. sümüklü bir imamın peşine bütün takımlardan futbolcular, yöneticiler takılıyor, sadece bir futbolcu yüzünden bize kara çalınıyor, biz de fethullahçı olmadığımızı ispat etmeye çalışıyoruz. avrupa şampiyonası oluyor, sezonu 40 puan gerimizde bitirmiş, "irapta mahalli olmayan" bir takımın oyuncusu "neden ilk 11'de yok" diye örgütleniyor, yerine bizim -hem de başarılı- bir futbolcumuz oynadığı için savunmaya geçiyoruz. düşünebiliyor musunuz, şu an kadrolarında olmayan, kiralık göndererek bir anlamda başlarından attıkları futbolcu için adamlar koca bir şampiyonayı itibarsızlaştırmaya çalıştı. ama mesela zamanında ersun yanal milli takımın başına geldiğinde hakan şükür'ü kadroya almadı ve neden olarak da "sistemime uymuyor" demişti. oysa kadroya benzer sayılabilecek özellikteki ersen martin'i almıştı. galatasaray cephesi tavır koyabildi mi, hayır. 2025-2026 sezonunun başından beri neredeyse her maçında penaltı kazanan ya da rakibine kırmızı kart çıkan veya rakibin attığı gol iptal edilen takım; göztepe ile oynadığımız maçta rakibe çıkan kırmızı kartı (aslında çıkan 2.sarı kart ama algının başarılı olması için kırmızı diyorlar) gündeme getiriyor, osimhen'in yaptığı faul ve sahtekarlığı üzerine yorum yapıyorlar biz de gene savunmaya geçip faul olup olmadığını falan tartışıyoruz. hakemlerin bahis yaptığı ortaya çıkıyor hem de bizim maçımızdan hemen sonra bu açıklama en yetkili ağızdan dile getiriliyor, bir hakem ismi veriliyor ve o hakem ile en fazla puan kazanmış taraf puanı yok sayıp verilen kartlara odaklanıyor, biz mağdur olmamıza rağmen cılız sesler çıkarmaktan maada bir şey yapmıyoruz. uefa tarafından tescilli şikeciler bize ahlak, etik dersi verebiliyor biz hala savunma yapıyoruz. medyada bir tane güçlü, sözüne itibar edilen, yorumları derinlikli galatasaray yorumcusu bulunmazken ali ece, htalks mıdır ne halttır, mehmet demirkol, serdar ali çelikler falan galatasaray taraftarının bile izlediği, bilirkişi payesi verdiği yorumcu olabiliyor. bu tiplerin bu kadar söz sahibi olmasında, algı yapmalarında yani güçlenmelerinde bizim taraftarın payı yok mu, çok var. galatasaray galip geldiğinde ya da fenerbahçe/beşiktaş mağlup olduğunda sevinçle: "bakalım yüzleri ne halde", "ne diyecekler" diye izlemeye çalıştığın adamları sen güçlendirmiş oluyorsun. onlar da ipe sapa gelmez fikirlerini ortalığa saçıp duruyorlar.

    türkiye'de "sol" düşünce özellikle 1961 anayasasıyla birlikte kendini göstermeye başladı. işçi, köylü, öğrenci gibi grupların etkisiyle 1965 seçimlerinde meclis'e türkiye işçi partisi saflarından 15 milletvekili girdi. genelde dünyada, özelde türkiye'de yaşanılan işçi grevleri, öğrenci protestoları v.s derken 1968'lerde "sol" tavan yaptı. aslında muhafazakar olması gereken türkiye cumhuriyeti'nin kurucu partisi chp'nin "ortanın solu" tutumu da o yıllarda başladı. sol, güçlendikçe ayrışmalar da artmaya başladı. 1980'e kadar yüzlerce sol örgüt kuruldu. mesela insanların "halkın sülalesi" dediği bir örgüt grubu var: "halkın yolu", "halkın sesi", "halkın kurtuluşu", "halkın birliği" v.s.. aslında temelde söyledikleri aynıydı ama küçük farklılıklar birbirlerini düşmanca görmelerine sebep oldu. mesela meşhur "kanlı 1 mayıs"a bu sol grupların birbiriyle rekabeti zemin hazırladı (mitingdekilere silah doğrultanlar esasında solculardır demiyorum, sadece alt-yapıdan bahsediyorum).

    türkiye'de "sağ" siyaset, yapısı gereği tamamen pragmatiktir. "ortak düşman" etrafında güçlü ortaklıkların kurulması yeterlidir. "biz ne istiyoruz" değil de "neye karşıyız" sorusu ağırlıklıdır. yani sağcılar 100 konunun 99'unda anlaşamasalar bile 1 konuda aynı düşünüyorlarsa o 1'in üzerine gidip birleşirlerken; solcular, 100 konunun 99'unda anlaşıp 1 konuda anlaşamadıklarında o 1 konu yüzünden kavga çıkarıp bölünme yaşarlar.

    galatasaray, türkiye'deki "sol"un sportif karşılığıdır. mesela hakemlere yönelik bir açıklama yapıyorsun, o açıklamaya karşı daha doğrusu sana karşı 17 takım bir araya gelip "hakemler de insandır" diyebiliyor. önümüzde bir beşiktaş fenerbahçe maçı var, sosyal medya yorumlarına bakıyorum, algıda seçicilik mi yoksa öyle mi denk geldi bilmiyorum ne kadar beşiktaşlı varsa "fenerbahçe yensin" temennisinde bulunuyor. böyle saçma bir ortam. biz de barış'ı ıslıklayalım, "uğurcan bu kadar eder mi etmez mi" tartışalım. politik doğrucuyuz, özgürlükçüyüz ve kendi fikirlerimize aşığız ya, başkaları gündem oluştursun biz peşinden gideriz!
App Store'dan indirin Google Play'den alın