• 60
    ultralpaslan

    türkiye’nin bütün tribün renkleri şişli cami avlusunda biraraya geldi ve 5 bin kişi onu son yolculuğuna tezahüratlarla uğurladı. modern zamanların karıncaezmez’i, alpaslan dikmen’in kısa ama dolu dolu yaşadığı sarı-kırmızı hayatın hikayesi...

    son yolculuğuna alkışlarla uğurlanan aydınlar, sanatçılar; terörü lanetleyen öfkeli kalabalıkların haykırışlarıyla toprağa verilen şehitler; sloganlarla yüceltilen politikacılar, ardından ağıtlar yakılan gençler; siyah güneş gözlüklerinin ardında akan gözyaşlarıyla uğurlanan aile büyükleri, dostlar, komşular... hayat sizi bir cami avlusundan geçirmişse tümüne ya da birine şahitlik etmişsinizdir.

    bir insan ebedi istirahatgahına tezahüratlarla uğurlanabilir mi peki? türkiye’de tribün kültürünün en önemli figürlerinden alpaslan dikmen geçtiğimiz pazar günü şişli cami’nden işte bu tezahüratla uğurlandı:

    yıllar yılı hiç bıkmadın büyük bir aşkla bağlandın
    yeri geldi sabahladın bütün ömrünü harcadın
    şimdi söyle nerdesin sen, oldu mu bırakıp gitmen?
    keşke çıkıp şaka desen ne olur alpaslan dikmen.

    bayram tatili için ailesiyle birlikte istanbul’dan antalya’ya yola çıkmıştı dikmen. bursa’da şarampole yuvarlanan araçtan emniyet kemeri takmadığı için fırlayıp 50 metre öteye sürüklendi. eşi ve çocuğu kazayı ufak sıyrıklarla atlatırken; dikmen olay yerinde hayatını kaybetti. haber istanbul’a ulaştığında kimse ertesi gün ali sami yen’de görmeyi umdukları arkadaşlarının antalya’ya gittiğine inanmadı önce. hayatını galatasaray’a adamış alpaslan dikmen, dört günde iki maç varken bayram tatiline mi giderdi? ihmal, kader, ecel ve keder kelimelerin anlamına sözlükten hiçbiri bakmadı. alpaslan hepsine hatırlatmıştı...

    ***

    galatasaray, fatih terim ile 4 şampiyonluk arka arkaya kazanmış; kopenhag’da uefa, monaco’da süper kupa kaldırılmış; sarı-kırmızılı taraftarlar kendinden geçmişti. ertesi sezon “artık kazanacak ne kaldı ki” diyenler tribünleri boş bırakınca, çocuk yaştan beri galatasaray’ın peşinden koşan farklı sosyal çevrelerden kadınlı, erkekli 53 kişi, 20 ocak 2001 tarihinde ultraslan adını verdikleri taraftar grubunu kurdular. herşey legal olmalıydı, dernek olmak için valiliğe başvurdular. kuruculardan biri de derneğin genel sekreterliğini üstlenecek olan alpaslan dikmen’di. istanbul’un zengin semtlerinde yaşayan, cipiyle maça gelenler, şehrin varoşlarından tıkabasa dolu otobüslere binip stada gelenlerle aynı masalarda, tribünde yan yana koltuklarda buluşuyordu. bunu da bu dünyada ancak ‘güzel oyun’ futbol başarabilirdi.
    galatasaray, istanbul kulübüydü ama bu coğrafyada taraftarının olmadığı köy, mahalle, sokak var mıydı ki? alpaslan dikmen, gün gelecek koordinatör sıfatıyla türkiye’deki tüm üniversitelerde sarı-kırmızılı taraftarları örgütleyecek ve her üniversitede (hatta liselerde) ultraslan-üni grupları o üniversitenin en faal sosyal kulüplerinden biri haline gelecekti. galatasaray artık hangi deplasmana gitse o şehirdeki ultraslan oluşumu takımı havaalanında karşılıyor; maç için pankartlar hazırlıyor ve stadyumda büyük destek veriyordu. dikmen proje adamıydı. ultraslan, önce kıbrıs sonra avrupa derken 5 kıtadaki temsilcilikleriyle değerli bir marka haline geldi. yola çıkarken “amacımız hiçbir zaman galatasaray’ın önüne geçmek değil” diyorlardı, ultraslan markasının kullanım hakkını kulübe hediye ettiler.

    tribünde, din, dil, ırk, sosyal statü kimsenin umurunda bile değildir. herkesin dileği tektir. tuttuğu takım rakip filelerini havalandırsın ve profesör-çırak; mühendis-esnaf kolkola “golll” diye ortalığı inletsin. alpaslan dikmen ve arkadaşlarının başarısının altında yatan, dünyada birçok tribün grubunun kartvizitinde yazan politik duruşu ultraslan’ın kimliğinde boş bırakmak oldu. grubun politik bir kimliği yoktu ve işlevi sadece futbol takımını 15 günde bir ali sami yen’de desteklemek de değildi. birçok sivil toplum kuruluşunun sadece adıyla varolduğu ülkede, galatasaray sevdalılarını birçok sosyal yardım projesinde bir araya getirdi alpaslan dikmen.

    taçsız kral metin oktay’ı unutmayan oydu. 2002 yılından beri ölüm yıldönümlerinde oktay’ın mezarı sarı-kırmızı gül bahçesine dönüyorsa, galatasaray’ın kurucusu ali sami yen’in eşi fahriye yen ölümünden birkaç yıl önce bir huzurevinde gözünün feri sönmüşken, üzerinde galatasaray formalı gençleri dizinin dibinde bulup son kahkahalarını attıysa; kulübün efsane amigosu karıncaezmez şevki ölüm döşeğinde elini tutan bir galatasaraylı görebildiyse; ankara’da metin oktay ilkokulu öğrencileri her eylül’de yenilenmiş okullarında, kırtasiye dolu hediye paketleriyle ders başı yapıyorsa; anadolu’da birçok okula kitap-kalem-defter yağıyorsa, tüm bu gönül işlerinde imzası olan alpaslan dikmen’di işte.
    o gün şişli camisi’ni dolduran 5 bin kişinin belki de % 90’ını şahsen tanıyordu dikmen. binlerce galatasaraylı, yüzlerce fenerbahçeli, beşiktaşlı, trabzonlu, sakaryalı, anadolu’nun birçok kulübünün tribünlerinden temsilciler vardı cenazede. onları bir araya getiren alpaslan dikmen’in ‘fair-play’ ruhuydu. organizasyon adamıydı ama tribün terörüne onun taraftarlık sözlüğünde yer yoktu. rakiple kavga için sokak krokileri çıkartmak yerine, galatasaray taraftarını çanakkale şehitleri’ni anma törenine götürecek otobüslerin planlamasına kafa yoran bu insan tribün sevdalısıydı. farklı renklere sevdalananlar son yolculuğunda veda ederken kol kola yürüdüler ali sami yen’e... mevzubahis olan samimiyetti, arkadaşlıktı; renkler ne ola ki...

    ***

    bebek balıkçısı’nda akşam yemeği yiyip; geceyi şamdan’da bitiren ile üniversite yurdunda kalıp; burs parasıyla kombine bilet alan anadolulu gencin ortak arkadaşıydı alpaslan dikmen. sınıflar arası bağlantının en güzel ön liberosu işte!
    amigo muydu? sözlük anlamıyla tribünleri coşturan.
    coşturan değil; geçmişi unutan galatasaray taraftarını, efsanelerinin mezarına koşturandı alpaslan dikmen. şişli cami’nden galatasaray forması sarılı tabut çıkacaktı da alpaslan orada olmayacaktı! şaşardı onu tanıyanlar. alpaslan yanıltmadı. oradaydı. eller üstünde...

    bülent timurlenk
  • 176
    kendisiyle yüzyüze hiç muhatabım olmadığı halde, kaza ve ölüm haberini bilgisayar ekranından ilk okuduğumda, çok yakınım olan bir insanı kaybetmişim gibi hissettirendir.

    ultraslan aracılığıyla birkaç kez konuşmuştum internet üzerinden, onlar geldi aklıma sırayla. el ve ayaklarımın uyuştuğunu hissettim, hayata dair hiçbirşeye tepki veremediğimi hatırlıyorum. gözlerim doldu, boğazımda kelimeler bile düğümlenemedi çünkü söyleyecek söz bile bulamadım. koltuğumdan kalkıp buz gibi erzurum soğuğunda dışarıda kendime geldiğimi hissedene kadar, tepkisiz dolaştım. soranlara hiçbirşey söyleyemedim, çünkü senin gidişin sadece "ünlü bir galatasaraylının ölümü" değildi.

    27 eylül 2009 galatasaray eskişehirspor maçı'ndan önceki kabir ziyaretinde gördüklerimle de bir kez daha gururunu yaşadım alpaslan abi, seni tanımanın.. yüzlerce insan ; kimisi ağlıyor, kimisi kendi arasında hatıralarını konuşuyor, kimisi hareketsiz, kimisi duygulu, kimisi tepkisiz.. ama gönüllerde tek bir düşünce hakimdi hasdal mezarlığında :

    alpaslan ölmedi, kalbimizde yaşıyor

    unutulmazsın abi, unutulmayacaksın.
  • 376
    sıradan bir tribün simasının aksine tüm ülkede, hatta dünyadaki galatasaraylıların abisi olmayı başarmış; "galatasaray için bir taşı kaldırıp bir adım öteye koymak bile bir emektir" diyen ve bu görüşünü fikriyattan öte gerçeğe de yansıtmayı başarabilen bir güzel ademoğlu idi. şimdilerde burun kıvırdığımız ve "kim ulan bunlar" tavrında olduğumuz tayfaya da, zaman içinde küstürülüp tribünde birer köşeye savrulmuş olan tribüncülere de, türkiye'nin filanca ilinden kalkıp hayatında ilk defa maça gelmiş hiç tanımadığı insanlara da aynı mesafe ve samimiyetle ilgilenecek kadar büyük bir sevgiye sahipti. yokluğunda tribün anlamında yaşanan olumsuzlukların birincil sebebi sevgisizlik ve tahammülsüzlüktür. koca bir camiaya, binbir ilgisizlik ve vefasızlık içinde bakımevi köşelerinde ölümü bekleyen nice galatasaray efsanelerine, atıyorum ankara'nın bir ilçesindeki ilkokul çocuklarına, istanbul'da çorak kalmış bir tepeye; herkese ve herşeye yetecek kadar sevgi ve hoşgörü doluydu. bireysel ve toplumsal anlamda en çok eksikliğini hissettiğimiz iki duyguyla böylesine bezenmiş, adeta hepimizden arta kalan bütün bu duyguları kendinde toplamış bir süper kahraman gibiydi.

    (bkz: alpaslan dikmen sanki süpermen sanırsın batman halbuki heman)

    yalnız eğer ki "kemikleri sızlatmak" deyiminin az biraz bile gerçeklik payı varsa bu güzel adam yattığı yerde spin atıp duruyordur muhtemelen...
  • 152
    armaninpesindeyiz'i alkışlıyorum. bunları ortaya koydukları ve bizi bilgilendirdikleri için. alpaslan dikmen'in kaybının yankıları yazacağım ama yazasım yok... herkes bilsin öğrensin istedim. buradaki herkes benim kadar galatasaraylı en azından. büyük bir adammış aramızdan ayrılan bıraktığı izlere bakılırsa.

    buyrun;

    http://armaninpesindeyiz.blogspot.com/...10/alpaslan-rip.html
  • 124
    hayatımızda garip bir şekilde yer edinen; hiçbir iletişimimiz olmamasına rağmen hayatımızın orta yerine koyduğumuz sporcularımız gibiydi benim için. hani sokakta kafa kafaya çarpışsan birbirini tanıyamayacağın, ama sahada top peşinde koşarken yüzlerce kilometre ötede kalbini pırpır ettiren insanlar gibi... "hayatındaki en mutlu 10 günü/anı/vs. say" deseler çoğumuz ağırlıklı olarak galatasaray maçlarından veririz bu listeyi. tribünden görmekten öte bir yakınlığın olmayan* insanlar rol oynar "hayatının en mutlu an"larında. alpaslan abi de böyle bir insandı işte. çoğu ne kadar zorlu günler de olsa hayatımın en mutlu anılarının birçoğunun içinde rolü vardır. internet üzerinden eften püften konularda bir iki mesajlaşma dışında hiçbir iletişimimiz olmamasına rağmen hayatımda* bu derece öneme sahip bir insandı.

    "büyük insan" lafı onun için boşuna kullanılmış bir övgü değildir. hiç de kolay değildi dünya'nın dört bir tarafındaki herkesin "alpaslan abi"si olmak, en incir çekirdeğini doldurmayan dertlerine bile sabırla yaklaşmak... bunu başarmıştı rahmetli. uzak bir ilden gelen gruplardan birinin otobüsünün lastiği patlasa yolda, ona bile koşardı neredeyse. öyle de fazla bir mesai harcardı, bıkmadan usanmadan. bu "canhıraş" hali tanımayan/anlamayanların aklına hemen rant kelimesini getirirdi. öyle şeylerle işi olmazdı. kaldı ki "üzerine para versen" altına girilmeyecek bir okkaydı sırtladığı.

    bazı gazete/dergi/vs. de "amigo" olarak anılırdı. kendisi de bir programda söylemişti bunu, amigo değildi o. hele ki o "bağırın lan"cılardan hiç değildi. bir önder, lider, yol göstericiydi bizlere. ona hakaret olurdu amigo diye kestirip atmak. rahmetli metin oktay demişti ya "galatasaraylılık bir din gibi, mezhep gibidir" diye... bu dinin peygamberi de alpaslan abi'ydi işte. taraftarlığın sınırlarını, bu "hastalığın" nereye kadar götürülebileceğini öğretti bir nesile. sarı ve kırmızının etrafında yüzlerce, binlerce arkadaş, eş, dost kazandırdı herkese. vefa denen şeyin semt adından ibaret olmadığını hatırlattı hep. onlarca galatasaray "efsane"sini gitti buldu yattıkları yerden, son zamanlarını daha bir mutlu geçirmelerini sağladı. huzurevlerine, bakım yuvalarına, hastahanelere alıştırdı yüzlerce kişinin ayağını. tanımadığımız bir insana ilik vermek için hastahanelerde sıra bekler olduk. yarattığı paylaşma ve kardeşlik bilinci böylesine büyüktü. bütün bunları galatasaraylılığın, taraftarlığın karakteristiği olarak anlattı hep gençlere.

    dedim ya, babası yaşındaki adama "bağırın lan" diyen amigolardan değildi. kendi tarafındakilere değil, rakiplerine de saygı gösterir; aynı şekilde de saygı görürdü rakipten. bayağı küfürleri, nefreti uzak tutmaya çalışır; rakibe tahammül edebilmeyi, her koşulda öncelikle galatasaray'ı desteklemeyi öğretmeye çalıştı. türkiye'de "lümpen" ve "maganda" gibi sıfatlarla anılan taraftarların prestijini yeniden kazandırdı. amatör şubeleri taraftarla tanıştırdı. hep "yaptı" ve "etti"lerle uzar gider bu entry. türkiye'de taraftarlık denen olguyu ve taraftar denen kitleye toplumun kalanının bakış açısını olumlu anlamda değiştirecek çok önemli adımlar attı. büyük bir birikim ve bilinci "galatasaraylılık" olarak miras bıraktı bizlere...

    bunca "yaptı", "etti", "öğretti"nin arasında en acı dersini muhtemelen geçen sene bu gün verdi bizlere. hiç görmediğin bir insanın arkasından bile dakikalarca ağlanabileceğini öğretti. büyük bir şok dalgasıydı sitelere düşen ilk mesajlar. bir süre sonra detaylar gelmeye başladı. bursa yakınları deniyordu. "ne alaka" dedim önce içimden. açtım baktım fikstüre o tarafta hiçbir maç yoktu. futbol takımımız istanbul'daydı zaten ertesi günü. diğer takımlar sezonu bile açmamıştı daha. bayram ziyareti diyorlardı, maçtan sonra da yola çıkabilirlerdi. belli ki kaderin, ecelin çağrısıydı o gün ordan geçmesi, kemerinin takılı olmaması, vs., vs..
App Store'dan indirin Google Play'den alın