48
en içime oturan maçlardan biridir. sonrasında yaşadığım sevincin tarif edilemez olması da ayrı bir paradoks lakin, gerçek anlamda içime oturmuştur.
o sıralarda öğrenciydim. haliyle fazla para harcayamayacak durumdaydım. gelirim giderim belliydi. bu maç haftasında elimde toplam 135 liram kalmıştı. üstelik bir sonraki param da bu tarihten iki hafta sonra gelecekti. 135 lira'yla iki hafta rahat idare ederim tabi ama, bilet satış günü yaklaşıyor, maça gitmek için içimde acayip bir istek...
50 liradan satılıyordu kale arkası. dedim ben 50 liraya biletimi alırım, 85 lirayla da geçinirim. sıkıntı değil. geçinirdim de hakikaten.
biletlerin satışa çıkacağı gün geldi. kredi kartım yoktu, bulamadım da. sabah gişeye gitmeye karar verdim. sabahın köründe, saat 6'da cevahir gişesine gittim. kulüp her kimlik fotokopisine iki bilet vereceğini duyurmuştu. fotokopi yanımda. önümdekileri saydım, tam 22 kişi vardı. rahat rahat alırım biletimi diyordum tabii.
gişe saat 10:00'da açılacaktı. bekledik, bekledik. hatta unutmuyorum, güneşli bir gündü, güneş gözlüğü vardı gözümde. gözlüğün izi çıkmıştı güneşin alnında bekleye bekleye de, gözlükleri de çıkarmıştım. saat 10:00'a doğru ön tarafta bir hareketlilik oldu. üç kişi, sıra olduğumuz brandaların tam gişenin önünde olan kısmını açtılar. biz brandaların içinde ne oluyor diye bakarken, bir anda 20-25 kişilik bir güruh gişenin önünde kümeleniverdi. itirazlar, sesler ama kimse cesaret edemiyor aralarına girmeye. hepsi garip garip tipler.
gişe açıldı, adamlar bi kimlik fotokopisine iki bilet alıyor, hemen arkasındakine veriyor sırasını, sonra oradan ayrılmayıp sırası gelince yanında getirdiği başka bir kimlik fotokopisiyle iki bilet daha alıyor. sülalelerinin, mahallelerinin kimlik fotokopilerini toplayıp gelmişler. gişenin önüne, o daracık alana girmeye kalkanı tekme tokat uzaklaştırıyorlar oradan. dayak yiye yiye bilet alabilenler oluyor, biz gram ilerleyemiyoruz. polis var iki tane, çok işe yarıyorlar gerçekten. abi dağıtsana şunları diyoruz, sıkıysa sen dağıt diyor. evet, benim görevim çünkü.
net bir şekilde hem biletix görevlileri, hem polis rüşvet almış, hemfikiriz. saat 13:00 oluyor. gişe kapanıyor. biletler bitti diyorlar. öylece bakakalıyoruz. sabah 6'da bulunduğumuz yerin iki adım ilerisine gitmişim, o da ite kaka. yavşak herifler bir de utanmadan direk orda karaborsa yapıyorlar. bi şey desen canından olacaksın, çıkıyor, eve geliyorum.
***
maç günü, son şansım diyerek, bir arkadaşımla birlikte mecidiyeköy'e gidiyoruz. 120 liram kalmış cebimde. karaborsacı arıyoruz ürkek ürkek. biri denk gelse de konuşsak diye. denk geliyor birkaç tane. abi diyorum, öğrenciyim bak toplam 120 liram var. 110'unu sana vereceğim 10 lirayla da eve döneceğim diyorum. yok diyorlar. 150 lira'dan aşağısına yok diyorlar. orospu çocukları.
maça yarım saat kalıyor. arkadaşıma gel dönelim diyorum. bari maçı kaçırmayalım. mekanlar da dolmuştur şimdi, arkadaşın evi var, oraya gideceğiz. digiturk var orada. arkadaşım diyor ben kalacağım. bulacağım bir yolunu, sen gidiyorsan git. ben inanamıyorum bir yol bulunacağına, dönüyorum rumelihisarüstü'ne.
arkadaşım ali sami yen'de kapıda duran güvenlik görevlisine 50 lira ateşliyor, giriyor maça. beni ali sami yen'den arıyor şerefsiz. maçtayım lan diyor. girdim diyor. bir yandan kaderime küfürler ederken, bir yandan maç başladığında tüm artistliğiyle karşımda duran ev sahibi fenerbahçeli arkadaşıma pis pis sırıtıyorum.
o değil de, nasıl giremedim ben o maça.
o değil de, nasıl koydu nonda çocuğu.