• 36
    bu sene arenada izlediğim galatasaray-fb maçından sonra hayatımda izlediğim en rezil derbi maçını oynadığımız bir maç olmuştu bu maç.
    buna rağmen maçın ilk dakikalarında iki tane çok net gol kaçırmıştık, ve ardından 12.dakikada 1-0 yenik duruma düşmüştük.
    neyse, maçı izledim. 4-0 yenildik. maçı izlediğim mekanda febeliler adeta bayram yapıyor, şampiyonluğu kutluyorlar. ben ise yanlız başıma bir köşeye çekilmiş gözlerim dolu dolu şampiyonluğu kaçırdığımıza yanıyordum ve ağlamamak için kendimi tutuyordum.
    tam o sırada üzerinde febe formalı iki yavşak zafer sarhoşluğuyla yanımda geçerek " ooo cimbomlular ağlıyor" diyor, diğer fbli yavşak ise " ağlasınlar " diye ona cevap veriyordu. ben ise tepkisiz kalıyordum olaya, ki normalde ağız burun dalardım bunlara.

    maçın üzerinden üç hafta geçti, biz içerde kayseri ile, onlar ise meşhur denizli maçına çıktılar.
    yine aynı mekanda iki maçıda izliyoruz, biz skoru 3-0 yapınca zaten herkes denizli- fb maçına odaklanmaya başladı.
    maçı izleyen fbliler arasında bana laf çarpan o iki yavşakta vardı.
    derken denizlinin golü geldi, ve hemen ardından aralarında bu iki fb li yavşağında bulunduğu fbli 5-6 kişilik bir grup gözleri dolu dolu ağlayarak mekan sahibine hesabı ödeyerek orayı terk ettiler, tabi bunlar mekandan çıkarken ben ve yanımdaki arkadaşlarım onlara nispet yaparcasına ve onlara bakarak " rerererarara gs gs cim bom bom " tezahüratıyla mekanı inletiyorduk. kuyruklarını kıstırıp kaçtıklarında daha skor 1-1 olmamıştı bile.

    allahın adaleti nasıl da güzel tecelli etmişti o sezon, bu maçı ne zaman hatırlasam aklıma hep bana laf atıp sonra göt olan o iki fb li geliyor ve bir kez daha iyi ki galatasaraylıyım diyorum.
  • 37
    johnson'un golüyle fenerbahçe'nin ceza sahasına girmeden kazandığı 2000 yılındaki derbiyi bir kenara bırakırsak; belki de son 20 senede en yüksek beklentiyle gidip en silik futbolu oynadığımız derbi maçı. peri masalı gibi bir sezonun belki nazar boncuğu, belki de peri masalının bir paragrafı idi bu maç. bir gece önce alınan kararla galatasaray taraftarının alışımış toplu gidişin yerine münferit(!) şekilde kadıköy'e gitmesi buyuruldu valilik tarafından. umudun yüksekliğiyle orantılı olarak her kadıköy derbisinin klasiği pankartlardan ziyade bir şampiyonluk maçı edasıyla deplasman tribünü süslenmiş, şampiyonluk alamet-i farikası sarı kırmızı şeritler bile çekilmişti tribüne.

    nitekim güvenlik(!) gerekçesiyle münferiden stada gitmesi istenen galatasaray'lılar, kadıköy'ün ara sokaklarında sayısız "kontrol noktası"ndan geçmek zorunda kaldı. 3 tane genç kadına sırf üzerinde galatasaray forması var diye tacize varıncaya kadar saldıran hayvanlarla ilgili haberler skorun etkisiyle(!) bir görünüp kayboldu. özcimbomlu sezgin bile adeta balayına gelir gibi o zamanlar yeni evlendiği eşiyle beraber tribünün en önünde yerini aldı. bütün sezon yaşananlardan sonra inanç tavan yapmıştı. siyah formalarla sahaya çıkan aslanlar, o dönemler her kadıköy derbisinin klasiği maç başlar başlamaz birkaç önemli pozisyon yakalama geleneğini devam ettirdi. hatta necati'nin kaleciyi de geçip daralan açı yüzünden yan ağlara bıraktığı topta muhtemelen maçı toplu yerlerde izleyenler gol diye ayağa kalktı. o pozisyondan sonra herkes tekrar yerine oturdu, doksan dakika bitene kadar da kalkamadı muhtemelen.

    sağda uğur, solda ferhat ile maça çıkan galatasaray savunması biri ferhat'ın kolay bir çalım yediği pozisyonda appiah'ın yay üzerinden şutu diğeri de kaleciden dönen ve takip edilmeyen pozisyonun rakip oyuncu tarafından tamamlanması sonucu iki basit golle kısa sürede teslim bayrağını çekti. tarihinin en mücadeleci sezonunu oynayan takım o sezon alışkın olunmamış şekilde sahada yokları oynadı. son umut zerrecikleri de saido'nun kırmızı kartı ile tükenirken fenerbahçe'nin 36 pas yaparak attığı dördüncü golü uzunca bir süre gündemde kaldı. nedendir bilinmez aynı gündemde ne fenerbahçe tribünlerinde açılan "götünüzden siktik mi" pankartına, ne de maç sonu yaşananlara yer yoktu...

    o akşam maç sonu 2 saate yakın stadda tutulan, hatta üzerine sahne gösterilerinden aşina olunan büyük spot ışıklar tutularak şov malzemesi yapılan, amigo yücel'in kanatlarından çekiştire çekiştire gezdirdiği hindi ile muhatap edilen galatasaray tribünü haydarpaşa'ya yürütülürken sessizliği birkaç "uni"nin başlattığı tezahürat bozdu. dalga dalga bütün kortejin katıldığı tezahürata yansıyan inanç sezon sonu yaşananların habercisi, belki de sebebi oldu.

    (bkz: yürüyoruz biz bu yolda göğüs gerdik zorluklara)
    (bkz: inat olsun yavşaklara and içtik şampiyonluğa)
  • 34
    maçtan sonra zafer sarhoşluğu içinde adeta şampiyonluğu kutlamaya başlayan adi ve zavallı fenerliler üç hafta sonra, sadece üc hafta sonrası başlarına geleceklerden habersizdiler.
    ilahi adalet suratlarına öyle bir tokat yapıştıracaktı ki üç hafta sonra, bu konu hakkında uzun uzun belgeseller yapılır aslında.
    (bkz: 14 mayıs 2006 denizlispor fenerbahçe maçı)
    (bkz: 14 mayıs 2006 galatasaray kayserispor maçı)
  • 25
    2006 şampiyonluğuna giden yolda en ağır darbeyi yediğimiz fakat neticeyi değiştirmeyen maç. o zamanlar 10 yaşındaydım ve ilk defa o sezon hatta o sezonun ikinci yarısında babam digitürk bağlatmıştı. galatasaray'ı ilk defa o sezon ligin ilk devresini radyodan, ikinci devresini televizyondan olmak üzere çok sıkı takip etmiştim. fenerbahçe'yle kıyasıya süren lig maratonunda sıra kadıköy'deki derbiye gelmişti. o sezonun siyah formasını almıştım zaten her maçı da o formayla izliyordum. arkasında kendi ismim olan formayı sırtıma geçirdim ve maçı izlemeye başladım. sonuç benim için hüsrandı tabii ki ama şampiyonluğa inancım yok olmamıştı. beni asıl kahreden maçtan hemen sonra aynı apartmanda birkaç kat altımızda oturan benim gibi 10 yaşındaki fenerli arkadaşım hüseyin'in ev telefonundan beni araması oldu. bana "noooooldu mehmet" dedi. ağzımda bir şeyler geveledim tam hatırlamıyorum ama hani sinirden ağlamak istersiniz de ağlayamazsınız o sırada suratınız da iğrenç bi ifade oluşur ya aynı ondan olmuştu. dediğim gibi şampiyon olacağımıza inanıyordum. hemen sonraki gün yine ben, birkaç arkadaşım ve hüseyin mahallede top oynamaya çıktık. bende yine siyah forma vardı. mahallede gelen geçen "lan utanmıyor musun hala o formayı giyiyorsun" diyordu ama aldırmıyordum tabii ki. nasıl olsa son gülen iyi gülerdi. aradan üç hafta geçti. takvimler bu sefer 14 mayıs 2006'yı gösteriyordu. ligdeki son maçımızda fırtına gibiydik. maçın sonlarına doğru bir şey oldu. stadda yapılan bir anons maçı izleyen binlerce kişiyi ayağa kaldırdı. yedek kulübesi yerinden fırladı. hasan şaş ağlamaya başladı ve spikerin sesi kısıldı. denizli'den gol haberi vardı. fenerli babam da arada o maça bakıyordu. o maçta her şey tam benim ve tüm galatasaraylıların istediği ama babamın ve tüm fenerlilerin istemediği gibi gidiyordu. bizim maç bitti ve o bitmek bilmeyen 16 dakika başladı. bitmek bilmeyen 16 dakika sonunda bittiğinde ise benden çıkan sevinç çığlıkları, adnan polat'ın saat kaç sorusuna bağıra bağıra verdiğim 20:45 cevabı, dört sene üst üste şampiyon olduk avrupa'nın kralı olduk tezahüratları sanırım mahallenin her bir köşesinden duyulmuştur. bu sevinç sarhoşluğu sırasında kafamı sola doğru çevirdiğimde kahverengi sehpanın üstünde duran büyük, krem rengi, kocaman tuşları olan ev telefonumuza gözlerim takıldı. ev telefonu... hüseyin... intikam...
App Store'dan indirin Google Play'den alın