• 501
    işçi bir babanın ve gurbetçi bir annenin çocuğu olarak her zaman hayatın ne kadar zor ve kıymetli olduğu öğretilerek büyüdüm. özellikle annem, oturmamdan kalkmama, büyüklerimin yanında nasıl davranmam gerektiğine kadar bana adab-ı muaşeret kurallarını bir ders gibi öğretirdi. bu sebeple her zaman saygılı, efendi bir insan oldum. hala da öyle olduğumu söylerler.

    okul hayatı başladığında, ilkokuldan itibaren çok farklı bir dünya gördüm. çünkü o zamana kadar sadece 3 kişiyi tanıyordum. annem, babam ve ablam. topluma karıştıkça yeni yeni şeyler öğreniyor ve bir çok şeye de şaşırıyordum. okul benim için büyük bir eğlenceydi her zaman. insanları uzaktan izlerken çok zevk alıyordum.

    ilkokul ve orta okul bittiğinde artık daha ciddi bir okul hayatımın olacağının farkındaydım. lise, çocukların çocukluktan çıktıkları, ilk ciddi kavgalarının yaşandığı, ilk kez aşık oldukları, okuldan kaçtıkları, kendilerini bir birey olarak hissettikleri bir yerdi sonuçta.

    okul arkadaşlarım her okul çıkışı türlü türlü zibidilikler yaparken ben hiç bir atraksiyona dahil olmadan yaşıyordum. lise hayatım 2000'lerin başlarına denk geliyor ve o zaman internet pek yaygın değildi. sanat, müzik, dergi, kitap tarzı şeylere ulaşabilmek için bayağı çaba sarfetmek gerekiyordu. ailemden gelen öğreti doğrultusunda 15 yaşında sürekli kitap okuyan, pasajları gezen bir tiptim. kadıköy'deki akmar pasajını bilen bilir okul çıkışlarında sürekli oradaydım. kendime kitaplar bakıyorum, bir yandan da müziği heves etmişim gitar falan çalıyorum, ama tabi nerede şimdi ki imkan, youtube'u açıp şarkılar dinleyemiyoruz. jimi hendrix'in voodoo child'ını dinleyebilmek için 2 saat falan dolanıyordum pasaj içerisinde. sonra melodiyi kafama yazıp eve koştura koştura gidip gitarda çalmaya çalışıyordum. okuduğum kitapları satıp karışık cd yaptırıyordum.

    o zamanlarda da akmar pasajı'nın çok kötü bir imajı var. sanırım rockçı, metalci tayfası orada takıldığı için bir ara haberlerde akmar pasajında satanist ayinler yapılıyor, kedi kesiyorlar kanını içiyorlar falan diye haber olmuştu. * tabi yok öyle bişey. neyse ki ailem ileri görüşlü olduğu için benim akmar pasajı'na gidip gelmem onları pek endişelendirmedi.

    ama tabi okuldaki arkadaşlar benim sürekli kadıköy civarında dolaşıp pasaj çevresinde takıldığımı biliyorlar. kendi aralarında "oğlum biliyon mu bu çocuk okuldan sonra sataniklerin takıldıkları yere gidiyomuş hee" diye konuştukları kulağıma geliyor. ama tabi aldırmıyorum. sürekli yanıma gelip "oğlum orda kedi kesiyolarmış takılma sen oraya gitme falan" diyolar. * hem beni düşünürmüş gibi yapıyolar hem de okulda söylenti çıkarıyolar. tabi yalniz değilim okulda benim gibi kadıköy'e takılan bir kaç arkadaşım daha var -ki hala görüşürüz- ama onlara pek yürüyemiyorlar. çünkü onlar benden daha sert çocuklardı. ben ağzımdan küfür çıkmayan bir tiptim. gücü yeten yetene işte.

    o sıralarda da kurtlar vadisi piyasaya yeni çıkmış lisedeki çocukların çoğu kurtlar vadisicilik oynuyor. bizim okulda da bir tayfa var birinin lakabı polat, biri çakır, diğeri memati falan, bu ne lan. * tahmin edersiniz ki okulda dövecek adam arıyor bu tayfa.

    yine tahmin edersiniz ki gözlerine beni kestirmişler. * okul kantininde otururken tepeme dikildiler bunlar, sürekli sıkıştırıyorlar. bu tip ne len bilmem ne falan. her yerimden terler akıyor büyük rezillik çıkacak okulda hissediyorum, kantin kalabalık, sanki herkes etrafımı sarmış gibi hissediyorum. boğuluyorum resmen. dövsünler diyorum hiç problem değil ama o kadar insanın içinde yapmasınlar diyorum bari. ee adamlarla bir şey de konuşulmuyor zaten, dayağı yiyeceğim kaçarı yok. benden nefret eden kadar beni seven arkadaşlarım da vardı neyse ki. şu anda da hala görüştüğüm bir arkadaşım araya girip napıyosunuz lan çocuğun başında, dağılın lan sieeee diye bunları kovunca (muğdat'ın jailson'a yaptığı kafa hareketinin aynısını düşünün), memati'lerin havası söndü tabi.

    ama memati'ler boş durur mu hemen çember oluştururdular, yüksek sesle bize bakarak "abimi ben biri ariyim ya nerdeymiş okul çıkışına bi gelsin" diyorlar insanların duyacağı bir şekilde. bu sefer büyük dayak gelecek diyorum içimden. neyse bunlardan biri sözde abisini arayıp konuşmaları bize duyurmaya çalışıyor.

    - ha abi nerdesin, okul çıkışına gelsene bi mevzu var da. hmm uçakta mısın, trabzon'a mı gidiyosun. neyse döndüğünde hallederiz artık mevzuyu." dedi telefonu kapattı.

    benim kafa da zehir ya, yanımdaki posta koyan arkadaşımdan da gaz almışım zaten. bağıra bağıra "ulan uçakta telefonla mı konuşulur, sen kimi kandırıyosun hıamınaa" diye bişey çıktı benden. bir an kantinde sessizlik oldu, 3 saniye sonra millet yerlerde puhahahahah falan diye. memati'ler de büyük rezil olunca kalabalık dağıldı.

    sonra mezun olana kadar bütün okul bu çocukları gördüğünde kağıttan uçak yapıp "şşt memati abin geliyo lan hahahah" diye dalga geçti. ben yine olayları uzaktan izliyordum tabi. *

    velhasıl kelam, kurtlar vadisi'ni hiç izlemedim. memati nasıl bir karakterdir hiç bilmiyorum. belki de süper kahraman gibi birşeydir bilemiyorum. ama tanıdığım memati'ler gibi olmamanın gururuyla ve bana komik anıları hatırlatmasıyla bu rumuzu seçtim.
  • 505
    (bkz: #2543589) sözlüğe katılma motivasyonumu anlattığıma göre bi de rumuzumu nasıl aldığımı
    anlatmazsam olmaz. üye olmaya karar verince rumuzum ne olsun diye düşündüm. oyunlarda kullandığım nick pek uygun değildi çünkü *
    aslında sebebi çok tahmin edilebilir bir şey de ülkemizin çok güzide bir değeri olan bira markamız var. hani aynı zaman da bir semt olan. *
    etrafıma baktım ne koysam diye ve o an o sıvıyı tüketiyordum. direkt göz göze geldim filtresiz ibaresiyle. aslında güzel olur ya derken rumuzum bu oldu. bu kadar basit ve spontane bir hikayesi var anlayacağınız.
  • 513
    o dönemler sıklıkla championship manager 03-04 oynadığım yıllar ve herkesin bildiği gibi birçok ismi transfer edip, en çok parayı orta saha merkez oyuncusu olan mikel arteta'ya veriyordum. hiç unutmam hep 6 milyon dolar olurdu fix. diğer isimsiz ama ilerde birer yıldız olacak isim arasında bence en istikrarlı orta saha oyuncusuydu. her maç gol veya asist yapabilen ender merkez orta sahalardan. siteye üye olduğum dönemde 'eğer avrupa'da yılın oyuncusu olursan sözlükte senin ismini nickim yapacağım' demiştim. o sene yine şampiyonlar ligi şampiyonluğu ve ligde, kupada şampiyonluklardan sonra sözümü tuttum ve şu anda buradayım, sevgili cm, fm sever kardeşlerim. sizlerin beni ne kadar iyi anladığınızı biliyorum. :)
  • 524
    2. kıl dönmesi ameliyatımın üzerinden iki ay geçmişti. mabadımın yarısı alınmıştı; ama yine de ağrıdan kurtulmanın ve popoyu hafif kaydırarak oturabilmenin mutluluğuyla normal yaşantımı sürdürüyordum. doktorum küçük bir iz kalacağını onun da kılın tüyün arasında çok görünmeyeceğini söylemişti (kıllıyım). 2 ay sonra banyodaki aynada zavallı kıçımla gözgöze geldim, hayatımda ilk kez onu böyle görüyordum. yıpranmıştı, üzgündü, yaralıydı...doktorun söylediği yara izi çatalın karanlığına doğru kavisler çize çize kayboluyor, kim bilir nerelere kadar iniyordu. derken, bir apse fark ettim. kuyruk sokumunu derinin üstünden oyarcasına delmek istiyordu sanki. normal bir şey olmadığını hemen anladım, çünkü iz kalacak denince kastedilen şey dikiş iziydi. nitrat darjan kalemiyle tanışmam bu minnacık apse sayesinde oldu...

    iki kez kıçımı kesip biçen doktorumundan artık sıkıldığım için daha tecrübeli, genel cerrahi ve mabad operasyonları dalında yaşlı kurt olarak tanınan başka bir hekimin muayene odasındaki soğuk sedyeye taşıdım bu kez zavallı popomu. "granülasyon dokusu" dedi ihtiyar hoca. yeni bir ameliyata dünden hazır olan ben hemen ördeğin yerini aramaya başlamış, "sonda" denen kabustan kurtulmak için taklalar atmaya hazır hale gelmiştim. "dur yeğenim" dedi tabib.

    "ben onu hebele hübele kalemle bir güzel yakarım bir şey kalmaz"

    "ney kalemle yakarsınız"

    "nitratdarjan kalemle"

    nitratdarjan kalem ne olaki demeye kalmadan domalıvermiştim. adam yakacağım derken şaka yapmıyormuş, açık yaraya basılan tuz misali dağladı ciğerimi doktor. ben dişimi sıktıkça daha da bastırdı, ben sıktım o bastırdı ve sonunda "tamam topla donunu başını" dedi. acı fenaydı ama en azından ameilyata gerek yoktu...

    "bi iki ay yakalım orayı bir şey kalmaz"

    bir iki ay?...bir iki ay! her hafta bir kez gelip yaktıracakmışım, artık yeniler pek yapmıyormuş bu mucizevi tedaviyi, sivilce çıkarsan ameliyat ediyorlamış. koskoca profesörden iyi bilecek değiliz deyip boynu bükük ayrıldım odasından. her hafta sayın hocamı ziyaret ettim. daha doğrusu ben aslında sadece bir kuryeydim, basit bir lojistik fonksiyonum vardı. esas olay kıçımla doktorun arasınds geçiyordu. ben görevimi yapıyor, her hafta kıç organını o sedyeye taşıyordum. ikisi arkada neler yapıyor haberim olmuyordu. zaten yıllar içinde kıl dönmesi denen illetin gazabıyla ar duygumu yitirmiştim. aç diyene açıyor, yat diyene yatıyordum. o yüzden kıçın sözünden çıkmamamak koymuyordu. "kıçıyla derdi olan adamın dünya gözünde malı olmaz" özlü sözünün kanlı canlı bir temsiliydim. ibret alınacak bir hikayenin aktörüydüm.

    iki ay sonra tedaviye bir iki ay daha eklendi, derken bir iki ay daha. yanıyor yanıyor iyileşemiyordum. nitratdarjan kalemi derman olmuyordu. yandığımla kalıyordum. artık bu kıç dağlatma işi hayatımın baya sıradan bir parçasıydı. dağlatmayınca huzursuzluk duyuyordum. sonunda ihtiyar kurt bir açıp bakmaya karar verdi. hay hay deyip entariyi giydim, damar yolumu açtırdım ve ameliyathanenin buz gibi sularına atladım. anestezistlerle şakalaşmacalarım omuriliğe yapılan eşek şeyi gibi iğneyi yiyince son buldu. yarı domalık vaziyette uzandım ve her zamanki gibi popomla arama o yeşil perdeyi gerdiler. her şey normal görünüyordu. ta ki o görmüş geçirmiş, her türlü vakanın ve habis belanın kurdu olmuş profesörün "of of of of fiyuuuu....neler dönmüş burda serhat ya" dediğini duyana kadar...sanki ciddiye alınacak bir haldeymişim gibi ne olduğunu sordum. "bi şey yok, içinde bir sarmaşık bitmiş o kadar" dedi biri. meğer beni iki kez kesip biçen doktor, sen git küçük bir parça bırak. o parçadaki kıllar dön dön dön, benim popoyu ele geçir. biz de bunu fark etme,6 ay kalemle kitapla cetvelle gönyeyle yak diye uğraş dur. sen o kıl uza uza kemiğe kadar in. hikaye buymuş. çikan parçayı gösterdiklerinde anladım hikaye mi gerçek mi. ben sanıyordum ki artık orda çıkacak bir şey kalmadı. meğer aylardır g*t diye canavar taşımışım ardımda.

    dikişler atıldı, sondalara direnildi, ördeklere işendi ve bir sonraki kıl dönmesi ameliyatına kadar taburcu olundu. tüm bu süreçten bana kalan 6 ay boşu boşuna sihirbaz değneği tipli bir çubuk tarafından yakılmak oldu. ben de ne zaman hayatın koşuşturmacasına kapılıp aslında hayat denen şeyin nasıl bir illüzyon olduğnu unutsam, o zamanları hatırlayayım diye bu nicki ald..... gibi anlamlı bir yere bağlansın isterdim ama nick seçme anında ıkınıp ıkınıp güzel bir şey bulamadığım sırada hafızamın derinliklerinden bu kelime çıkageldi işte. ne bileyim, sünnetle ilgili bir şey de gelebilirdi. bence yine iyi.
App Store'dan indirin Google Play'den alın