• 56
    tarihin en melun ve meşhur musibetlerinden biri olan generalisimmo
    franco, 36 yıllık diktatörlülüğü sırasında, bin’lerce nasihate taş
    çıkartırcasına bir klübün efsaneleşmesinde bu kadar payı bulunacağını,
    ülkeyi yönettiği dönemlerde fark edebilir miydi acaba?

    fc barcelona ile ilgili yapmak isteyeceğiniz herhangi bir araştırma ve
    okumanın size çıkartacağı yegane giriş-gelişme-sonuç cümlesi. klişe değil, gerçek olduğu için, barça, (ki bundan sonra, kulüp adı için katalanlara saygı ve castilya’ya inat fc barcelona yerine barça’yı kullanacağım) 103 senelik tarihiyle artells’in ifade ettiği üzere “katalan halkının bir futbol takımı suretindeki epik yükselişi”dir.

    29 kasım 1899’da aslen isviçre’li olan fakat barcelona’da yaşayan
    muhasebeci hans gasper ki ismini daha sonra katalan bir isim olan “joan”ile değiştirmiştir, bir spor adamı olan manuel solé’ye yaptığı teklif ve onun da kabul etmesini müteakkip montjuic del carme caddesinde 5 numarada yer alan solé spor salonunda, diğer 12 kişi ile beraber kurulmuştur. fikir babası isviçreli, joan gasper, spor salonu sahibi katalan manuel solé, klübün ilk başkanı ingiliz walter mild’in siluetinde şekillenen klübün enternasyonel havası, ilerleyen dönemlerde kentin francocu falanjistlerle savaşan cumhuriyetçilere destek veren uluslararası tugay’ın daha sonraları
    da klüpte büyük başarılara imza atan bir çok “katalan” olmayan ama işin içindeyken herhangi bir katalan’dan aşşağı kalmayan özellikle
    hollandalıların kimliğinde katmerlenmiştir. ilk önce futbolcu daha sonra
    antrenör olan ve yaşamının büyük kısmını barcelona’da geçiren, oğluna
    katalan ismi olan “jordi” yi veren (ki jordi cryuff, bazı özel
    maçlarda katalan forması giymektedir) johan cruyff, diğer hollandalılar
    johan neeskens, rinus michels, ronald koeman öteki milletlerden kubala, kocsis, romario, stoichkov, ronaldo, schuster, helenio herrera (efsanevi antrenörlerinden) ve uzayıp giden listesiyle bir futbolun beynelminel yıldızları topluluğu. ama şu andaki takımda yer alan 10 hollandalıyla hala flemenklerle ayrı bir hoşlaştığının üstüne basarken, bunun altında sportif mi, sosyolojik mi yoksa siyasi bir neden mi aranması konusunda herhangi bir kanıt bulmakta zorlanmaktayız. hele şu günlerde dünya kupası’na katılamayarak son 15 senede yakaladıkları başdöndürücü çıkışa şaşırtıcı bir
    ara veren portakalların haline biraz bakarsak, yolun bu yol mu olması
    gerektiğini şu anda ki klüb başkanı joan gaspart’a bir sormalıyız. (yazı
    yazılırken van gaal’ın yeniden barça’nın başına geçmesi kesinleşmişti.)

    bu veteran laf kalabalığının arkasından, hikayeye kaldığımız yerden devam edelim. bu 12 adam kafa kafaya verip klübü kurduktan sonra, artık barça’nın ilerde ritüelleri daha doğrusu ritüelden öte bir şeyleri olacak olan, klübün renkleri, amblemi ve arması konusunu netleştirmenin zamanı gelmişti. ritüelden öte diyorum çünkü, mavi-erguvan(bordo) renkli bayrağı ve bu renklerden oluşan barça forması başta iç savaş sırasında olmak üzere, daha
    sonraları franco yıllarında, (ki bu dönemde barça bayrağının katalan
    bayrağı “sanyra”dan daha fazla öne çıktığı söyleniyor) ve hatta bir ölçüde günümüzde barça’dan çok katalan halkının olmayan vatanının, göğe yükselttiği ve kutsadığı kimlik çığlıydı. forma deyip geçmemek lazım, kurulduğu tarihten beri 103 senelik tarihinde, üstüne hiç bir reklam almayan ve bu geleneği de şu ana dek bozmayan bordo- mavi renkli forma eski başkanlardan jose luiz nunez cümlesinde en güzel anlatır herhalde modern toplumun futbolun içersindeki kirlilik sembolüne, bir takımın simgesinin gösterdiği direnci; “ hiç kimse bize, logoları ile formamızı kirletecek yeterli parayı ödeyemez” (bu arada aynı geleneği sürdüren basklıların takımı atletico bilbao’yu da saygıyla anmakta fayda var). bu kerametinden öte bayrağın renklerinin nasıl belirlendiği üzerine dönen 4 ana söylenti arasında en meşhur hale geleni ise, gamper’in isviçre’de doğduğu ticino kantonunun renklerinden feyz alınmasıydı.

    tarihi, katalanizm ile nerdeyse denkleşen, bu yüzden aman futbola şunu karıştırmayalım, bunu karıştırmayalım denilen ama her müsibetinde bir güzel karıştırıldığı memleketimiz liginden bakarak anlamanın zor olduğu barça tarihi, bu ulusal kimlik vesilesiyle pek çok kere tarihçilere, sosyal bilimcilere ve futbola sosyo gözlükleriyle bakanlara hayli malzeme vermiştir. daha 1908 senesinde gamperin talimatıyla katalan kimliği savunucularının aktif kesimine, özellikle de katalan burjuvazisine meyleden, barça, primo de rivera’nın (1923-29) ispanya’yı yönettiği dönemlerde bunu üst düzeye çıkartmıştır. herhangi bir diktatörlük vesilesiyle en şaaşalı kitlesellik dönemlerini yakalayan barça, bu yakınlaşmanın kendi bünyesinde şeklillenmesi ve tezahür etmesi münasebetiyle ciddi bir halk sempatisi kazanmıştır. ki bu ulusal kimlikte futbol şerbetiyle cisimleşen sınıflar-üstü koalisyon barça’nın tarihi boyunca en ciddi maddi ve manevi klübe desteği olmuştur. bunu en güzel anlatacak olay, barça’nın o yıllarda bir ingiliz gemisinin mürettebatının oluşturduğu jüpiter adlı takımla yapacağı maç öncesi seremonide ingiliz ulusal marşı alkış alırken, ispanyol marşının ıslıklanması vesilesiyle, merkez ihükümet tarafından, o dönem maçlarını oynadığı 1922’de açılan 40 bin kişilik “les corts”un 6 aylığına kapatılması olmuştu. bir klübe, ki o dönemlerde klübün en ciddi
    geliri sahasında yerli ve yabancı takımlarla yaptığı maçlardan sağladığı
    gelir olduğu, ulusal ligin de hala kurulmadığı dikkate alınırsa,
    yapılabilecek en büyük kötülük olan saha kapatma cezası, katalan halkının muazzam dayanışmasıyla geri tepmişti. klüp üyeleri bu 6 ay boyunca düzenli olarak klübe aidatlarını ödemeye devam ederken, bir çok kişi de irili, ufaklı maddi yardımlarla barçayı ayakta tutmuş, hiç bir futbolcunun parasızlıktan ötürü klüpten ayrılmasına neden olmamıştır. günümüzde 105.000 üyesi, dünyanın her tarafına yayılmış 1450 taraftar derneği ve 170 milyon denk bütçesiyle neredeyse bir ülke olan bu şaheserin ünlü barcelonalı mimar antonio gaudi tarafından yaratılmadığı herhalde her vicdana malum olmuştur.

    en zor, acılı ve şiirsel dönemlerini 1930’lu yıllarda geçiren barça,
    barcelona halkı ve uluslararası tugaylar ile beraber, iç savaş sırasında
    saflarını cumhuriyetçiler ve direnişçiler yanında saf tutarak, 1939’da
    kentin düşüşüne kadar, faşist franco’nun falanjistleriyle, italyan ve alman uçaklarına karşın direnirken herhalde şekli olarak en çok picasso’nun guernica’sına renk olarak da topraklarını boyadığı insan ve yaşam kanıyla bayrağının bordo rengine yaklaşıyordu.

    bu dönemi de barça, basklıların takımı euzkadi ile beraber amerika
    kıtasında ve avrupa’da maç ve propaganda yaparak geçiriyor, direnişçilere yardım topluyorlardı. sonuçta savaş bitince ispanya’ya 4 katalan 1 bask’lı futbolcu dönerken, mülteci kalanların üzerinde fifa terörü esiyor, ve tarihi boyunca efendilerin yanında yer alan bu futbol kurumu futbolcuların lisanslarını ömür boyu iptal etmekle tehdit ediyordu.

    savaştan tamamen bitmiş, yenilmiş ve ulusal kimliklerinin tüm tezahürlerini kaybetmiş olarak çıkan katalan halkı artık barça’sına ve 39’dan yaklaşık 20 sene sonra kavuşacağı en büyük miting alanına, 120 bin kişilik “nou camp” stadına bir başka sahip çıkıyordu.

    ilk şampiyonluğunu, ispanya liginin kurulduğu 1929 senesinde yaşayan barça, 40’lı ve 50’li yılları üçerden 6 la liga (ispanya ulusal ligi) şampiyonluğu ve bir kupa galipleri kupasıyla kapatırken, “dış düşman”, kralın, franco’nun, merkezin madrid’i real madrid, 40’larda fazla olmasa da, 50’lerde fırtına gibi esiyor, sırf 50’lere 4 lig kupası ve 4 avrupa şampiyon kulüpler kupası sığdırabiliyordu. yazılanlara bakılırsa real madrid’den en çok nefret edilen bu dönem olmuş, öyle ki başta franco dururken, radyolarda ispanya’nın ulusal kahramanlık şarkılarından çok, real’in avrupa zaferleri haberleri beyinlere zerk ediliyormuş. öte yandan kara franco’nun bu beyaz önlüklü barış! elçileri, madrid’in yöneticilerini öyle bir gaza getiriyordu ki, 59’da dönemin üst düzey yöneticilerinden jose salis “daha önce bizden nefret edenler, sizin sayenizde şimdi bizi
    anlıyorlar” türünden demeciyle r.madrid’li futbolcuların dezenfektan
    özelliklerine methiyeler düzüyor, bu arada dünya kamuoyunun inlak
    vaziyetlerini derbeder etmeyi beceriyorlardı. pehh, futbol sen nelere
    kadirsin!. öte yandan r.madrid’in dış düşmanlığını ayyuka çıkaran ikinci
    olay dönemin futbol yıldızlarından arjantin’li di stefano’nun barça
    tarafından alınmasına rağmen 1 yıllık ihtilaflı bir sözleşmeyle real’e
    geçmesi ve sonradan da orada simgeleşmesi. dönemin siyasi-sevimsiz
    merkezinin madrid’de belirginleşmesinin yanı sıra futbolun kara-filmlerinin de prodüksüyonunun aynı yerde gerçekleştiği açıktır. lakin madrid ve r.madrid düşmanlığının hem futbol arenasında hem de futbolun kendi bünyesi dışı motiflerle pek teşne olduğu barcelona’da, nerelere vardığı yazının bütününden herhalde en fazla çıkarılacak noktadır. bu konu ilerleyen bir çok paragrafta tekrar tekrar karşımıza çıkacağı için, hazırlıklı olmanız temennisiyle...

    r. madrid, 60’ların da kendisinin olacağını daha 50’lerden fısıldıyor.
    barça sadece baştan 60’ın lig şampiyonluğunu kaparken, madrid’in beyazları 62 dışında bütün yılların la liga şampiyonluklarını müzesine götürüyordu. bu arada barça olmasa da barcelona 60’larda futbol dışında başka ciddi bir meseleyle meşgul oluyor ve inanılmaz bir göç furyasına maruz kalıyordu.
    katalan olmayan bu göç karakteristiği de bu coğrafyada inanılmaz bir
    entegrasyon ilacını refleksiv olarak keşfediyor, barça yine sahneye çıkıp, göç topluluğunu katalan olmasa da barcelonalılaştırabiliyordu. aman ne alaentegrasyon, “barça in, racism out”. bu arada barselonalılaşamayanlar soluğu espanyol’da alıyor. ve espanyol klübü –barcelona şehrinin diğer klübü, türkçe ismiyle ispanyol- kuruluşundan beridir taşıdığı kötü sicillerini tescilliyorlardı. katalanların değişiyle real madrid dış düşman, espanyol iç düşman. varolduğundan bu yana katalanları tilt eden bu kulüp, merkezle kurduğu ilişkiyi o denli abartmıştı ki, yazları barcelona’da yaptığı özel turnuvaya her seferinde real madrid’i davet ederek merkeze olan iman ve bağımlılığını tazelerken, ismine layık olan her türlü yalakalığı da sergiliyordu.

    70’lerini ve 80’lerini kendi liginde ve avrupadaki turnuvalarda, pek parlak geçirmeyen barça, 80’lerin sonlarına doğru ilerde yaşacağı güzel günlerin nefesini ilk önce kendi halkına sonrasında da tüm avrupa’ya fısıldıyordu. bu arada 70’lerin ortası ispanya demokrasisi, tarihinin 20. yüzyüla tekabül eden en uzun ve karanlık makus ve mağdur sayfası generalissimo’nun 1973’te tarihin çöplüğüne intikali vesilesiyle anomali halini atlatıverip, latin amerika’da yarattığı sömürge kardeşlerinden insani ve vicdani olarak bir adım öne geçiveriyordu. insanlık tarihinin avrupa’daki son kara-prenslerinden biri de çözülüyordu. lakin, şu anda ispanya’nın ilköğretim çağındaki çocuklarına verilen tarih müfredatında demokrasiye geçilen tarihin not olarak düşülüp düşülmediği konusunda bir fikrim olmamakla beraber, ülkenin siyaset-bilimcileri ve tarihçilerinin bu konuda hem fikir oldukları olguya bir tek şerhle katılabilirim, o şerh de benden değil katalan halkından gelmekte. “ispanya demokrasiye, 1973 senesinde franco’nun ölmesiyle değil, 1974’ün şubat’ında barça’nın real madrid’i madrid’de barnebau’da 5-0 yenmesiyle, geçmiştir.” göz ardı edilemeyecek bir gerekçe.

    johan cruyff’un da bir gol attığı bu 5-0’lık “demokrasi” zaferi dönemi
    kulüp bağlantılı web-sitelerinde 1.dutch period diye adlandırılırken (johan neeskens’i de unutmamak lazım). ikinci dutch periyodu da cruyff’un barça’ya 1988’de geri dönmesiye adlandırılabilir. bu sefer teknik direktör olarak.

    büyük klüpler, büyük futbolcular yaratır. efsane olmakta, klübün ötesinde futbolcuyla direkt ilgilidir. “sarı fare” lakaplı johan cruyff 70’lerde rekor bir transfer parasıyla barça’ya gelirken büyüklük konusunda herhangi bir sıkıntısı olduğunu hiç zannetmiyorum, lakin 70’lerin hollandası’nı ve o hollanda’nın büyülü futbol resitalinin sahadaki organizatörlerini izleyenler ve hatırlayanlar için herşey ayan beyan ortadır. (ki o insanların ne kadar şanslı olduğunu da, 1973 doğumlu, tevellüt fakiri bir futbol sevdalısı için hatırlatmakta fayda var). öte taraftan geldiği ilk dönemler, barça’nın onu sindirip sindiremeyeceği konusunda kafalarda oluşabilecek herhangi bir müessif düşünce de onun ayakları ve kişiliği sayesinde erimiştir. lakin 35 sene franco müsibetiyle uğraşan katalan’lar ve 1978’de diktatör vileda’nın arjantin’inde düzenlenen dünya kupası’na gitmeme konusunda uzun süre direnen ve bu konuda diğer avrupa ülkelerini de
    gaza getiren hollanda’nın kaptanı olarak, biraz da başka nedenlerden bu kupada o müthiş hollanda takımı ile berbaber olmayan cruyff, politik ve psikolojik ölçüde en doyumsuz tatlardan birine ulaşmışlardır. bir türlü doğrulatamadığımız şu söz, futbol’un kara ve sönük sayfalarında bize, sanal da olsa hatta yalan da olsa yaşattığı mutluluk
    vesilesiyle her zaman vicdanımızın malum tarafında yer alacaktır.
    “sokaklarında insanların öldüğü, binlerce genç insanın kaybolduğu,
    demokrasinin zerresinin olmadığı bir ülkeye gidip, futbolumla olanlara alet olmak istemem.” başka nedenlerinin yanında 88’deki geri dönüşün temelinde böyle bir tavrın yarattığı hissiyat yoğunluğunun olmadığını kim söyleyebilir ki. hele dönülen yer katalan yurdu barça ise. cruyff
    patronluğundaki futbol mentalisiyle barça katalan doğumlu gençlerini de yabancılarla aynı ölçüde değerlendirmeye ve takım içinde var etme yoluna gitti. bu yeniden organize edilmiş ve ruh kazandırılmış takım 91’den 94’e kadar tam 4 sene üst üste la liga şampiyonluğu alarak kendi tarihlerinde bir ilke imza atarken, asıl başarıyı (daha doğrusu onuru) 1992’de londra’nın wembley stadyum’unda sampdorya’yayı ronald koemanın müthiş frikiği ile1-0 yenerek şampiyon kulüpler (şimdiki ismiyle şampiyonlar ligi) kupasını alarak kazanmıştır. (ki o frikiğin sahibinin topla en yakın ilişkiyi kuran nesnesi, ronald’ın kramponu muzaffer cesar’ın tacına taş çıkartırcasına klübün müzesinde yerini alarak tarihe geçmiştir, merak edenler veya yolu
    düşenler barcelona kentinin en çok ziyaret edilen müzesinde barça müzesinde bu kramponu görebilir)

    ve bir barça klasiğiyle, uluslararası dayanışma, kendi deyişleriyle katalanpactizm. tarihlerinde ilk defa kazandıkları bu kupa, yurtsuz halk
    katalan’ların yurdu barça’ya yükledikleri değerler demetiyle beraber analiz edildiğinde, bir halkın onurunu ve kimliğini bir futbol takımı vesilesiyle nasıl kavramsallaştırdığını ve ritüelleştirdiği görülecektir. ve bir hollandalı’nın da nasıl olup da, milliyetçilikleri, doğal olarak, bu kadar
    ön planda olan bir takımın ve o takımın taraftarının belleğinde ve
    yüreğinde bu denli iz bıraktığı, bence yine katalanların, özellikle iç
    savaş döneminden yanlarında olan enternasyonel dayanışmanın tarihlerinde bıraktığı ize ne denli vefa gösterdiklerinde aramak lazım. belki de barcelonalı bir ekonomist olan jordi torrebedalla’nın simon kuper’e ifade ettiği barcelona paktism denen ve katalan-yabancı dayanışmasını simgeleyen bu ifadeyi en iyi açıklayan göstergeydi, barça’nın takım kimliğini oluşturmasında izlediği tarihsel-politik-stratejik yön. sözün özü, johan cruyff hala efsanedir barcelona’da.

    son yüzyılda hiç bir savaştan açık alınla çıkamayan katalanlar, futbol
    arenasından, bir futbol takımı siluetinde çıkardıkları zaferlerle
    pekiştirirler vatansızlıklarının acısını, belki de vatanlarını. kazanma ve
    kaybetme arasında var olan o yüksek gerilimi alabildiğine yaşayan ve son yüz yılda sürekli terazinin kaybetme tarafında yer alan katalan halkının, özellikle 30’lı yıllarda yaşadığı büyük yıkım ve acının bir ölçüde barça ile beraber hafifletilebilmesi ve zaferin ve kazanmanın yine aynı kimlikte yüceltilmesi, mutlak yenilgiyi kabullenmiş bir toplumun kendi içine bağırırken suratında oluşan şekildi, o yeşilin üzerini dokuyan bordo-mavi ilmekler. önceden de belirttiğim üzre, gerçekten buradan bakılınca anlamak zor, ama barcelona’yı okudukça, anlamaya çalıştıkça, “bir kulüpten öte bir şey olan” bu fenomeni oluşturan nedenleri anlamak biraz daha kolaylaşıyor.

    ispanya, tarihsel ve jeopolitik nedenlerle bünyesinde barındırdığı çok
    dilli ve çok milletli kimliğine, yönetsel erki nedeniyle ancak ii.
    cumhuriyet diye adlandırdıkları 1931-36 yılları arasında soluk aldırmıştı.
    fakat bu beş yıllık elbisenin ispanya’ya bol geldiğine hükmeden generaller franco öncülüğünde seçilmiş hükümete açtıkları ve ülkeyi cehenneme çevirecek olan 3 senelik savaş sonrasında, bu coğrafyaya kendi biçtikleri tek renkli elbiseyi giydirmişler ve ancak 1978 anayasası ile beraber elbise renklenebilmiştir. katalanlar şimdi burada bahsedilmesi güç ve anlatımı uzun olacak sosyolojik ve politik nedenlerden ötürü, ülkedeki diğer güçlü etnik kimlik olan bask’lılardan daha farklı mücadele yöntemleri izlemişler, dolayısıyla barça bu farklı mücadele seyri ve varolma savaşı boyunca taşıdığından öte yer edinmiştir. katalan takımı başarıları ve ihtişamlı varlığıyla elli senelik bu pres yıllarında, baskıcı rejime karşı futbolun da sağlandığı meşru ve dokunulmaz havayı da kullanarak, hem tribünlerde hem de sokakta halkına ses, küfür, isyan ve kimlik olmuştu. okullarında, işyerlerinde veya diğer toplumsal alanlarda franco’ya ve onun temsil ettiği rejime sövüp sayamayanlar, bunu tribünlerde franco’nun takımı r.madrid’e ve onun futbolcularına adresi belli küfürlerle yöneltiyorlardı. ve o küfürlerini, tezahuratlarını ve şarkılarını katalancayla süsleyerek, kitlesel bir “dilini yaşa, dilini yaşat” ayini yapıyorlardı. bu nedenle nou campta sahada haftada bir, bazen iki kez oynanan 90 dakika futbol maçı, öncesi, sırası ve sonrası ile bir oyun olmaktan çıkıyor, tahmin edilecek nedenlerden ötürü katalanlar için bir ziyafet, franco ve madridliler için ağızlarında istemeden yuvarladıkları taş oluveriyordu. tabii bu arada olan, nefretin oluk oluk aktığı r.madrid’e ve onun oyuncularına oluyordu. bir tarafta iktidarın sembolu castilla’nın takımı r.madrid, öte yanda direnişin ve muhalefetin sembolu katalonya’nın
    takımı barça, ortada da franco’dan sonra oyunun, sporun, eğlencenin ötesinde binlerin izlediği arenada sergilenen yüz yıllık (kendi deyimleriyle) morbo yani kanlı rekabet. tabii bu kan bir toplumun belleğinde, bir halkın geçmişinde tarihin yarattığı gözyaşı ve kahkahanın, ızdırab ve zevkin, yenilgi ve zaferin, iyi ve kötünün, yani tüm karşıtların, tüm öte’lerin mecazi gölgeden ibaret bir ifadedir, ama gerçeğe çok yakın bir gölge. hiçbir şeyi anlayamasak bile, yine s.kuper’in kitabında, sokakta konuştuğu sıradan bir yaşlı kadının söylediği şu cümle, barça nasıl klüpten öte bir şey ise, r.madrid de katalanlar için klüpten öte bir şeydi... “franco bizim özgürlüğümüzü aldı, dilimizi yasakladı ve real madrid’i tutuyor”. biz de şöyle diyelim tüm dediklerimize ek olarak, peki bu özgürlük ve dil tüccarı real’i değil de barça’yı tutabilir miydi?
    veya tuttuğu barça onu bünyesinde barındırabilir miydi? ve bu seferde
    stadyuma kulak verelim “visca barça, visca el cataluna”-barça kazanınca, katalonya kazanır.

    bir takımı tutmanın, ailenin büyüklerinden başlamak kaydıyle, mahalleden, yaşadığımız bölgeye veya tüm bunların baskın olamadığı bir yeni zamanlar metropol kentlisi gencini cezbeden beşeri başarılarıyla veya sabah akşamesiri olduğu muhabbetlerin, yazılı ve görsel tecavüzlerin de etkisiyle kayıtsız kalamaması nedeniyle taraf olmak zorunda kaldığı (aksi haldebertaraf olacaktır) gibi bir çok eksik veya fazla nedenler sayabileceğimiz memleket coğrafyasından, barcelona’ya uzanıp bir taraftarlık etüdü yaptığımızda çok zorlanmayacağımız alenidir. lakin taraftarlık anketi yapmayı kendine dert etmiş bir araştırma şirketinin, hangi takımı tutuyorsunuz ve neden sorusu dışında başka bir soru bulmasının gerek olmadığı ve cevabın da fabrikasyon olduğu ender yerlerden biridir barcelona, karşıtı da espanyol olduğu gibi. eklemekte fayda var, benzetme yapmanın hayli zorlama olacağı, ama ille de bir benzeştirme yapma gerekliliği hissetiğimizde, yiğiter uluğ’un aksine (“takımdan ayrı düz
    koşu” kitabındaki yazısı) fenerbahçe yerine trabzonspor’u seçerdim ben, ama yukarıda yazdığım gerçekler dolayısıyla yaptığım tahlillerin bir çoğuna şerh koyarak. bunu neden mi yapardım diye uzun uzun yazmanın ne fazla gerekçesi ne de fazla lüzumu vardır. ama madem yazdım o zaman bunu bir kaç kelimeyle özetliyeyim. yerellik ve bölgesel kimlik, merkeze başkaldırı, takımın kaynağını şehirden sağlayarak, bölge çocuklarına umut ve motivasyon ruhu verebilmek ve tabii ki bir de takımın renkleri (bu sonuncusunun güzel bir tesadüf olduğunu ekleyerek.) ama asla bir pactism veya enternasyonel
    dayanışmadan sözedilemez tabii, lakin trabzonspor’un yabancı
    transferlerinde, neredeyse tüm tarihi boyunca (şota hariç), gösterdiği akla zarar politikasının takımı ne hale getirdiği de ortadadır.

    sözlüklerinde bile “barcelonismo” kelimesinin yer aldığı ve yukarıda sayılan nedenlerin var olduğu bu diyarda, barça’nın herhangi bir taraftarlık veya finans problemi yaşamayacağını tahmin etmek herhalde zor olmasa gerek. öte taraftan, taraftarı ve kendisi arasında var olan bu ilişkiyi, şehrin insanına ve gençlerine sağladığı spor ve spor alanı imkanlarıyla, tek taraflıktan kurtararak, memleketimizde bazılarının anlayamadığı takım tutma hissiyatının nasıl gerekçelendirileceğine dair de önemli bir örnek olarak da durur barça. devleti olmayan bir halkın en önemli kurumlarından biri olan barça, üstüne vazife olduğundan belki en çok da gençlik ve spor bakanlığı görevini, layıkıyla icra etmektedir. sadece futbol alanında da değil üstelik, profesyonel olarak yürütülen futbol, basketbol ve hentbol şubeleri ve bunun dışında başta jimnastik, sutopu, hokey olmak üzere diğer amatör şubeleriyle de sadece barcelona da değil tüm
    ispanya’da sporun sağlıklı yaşam için de tüm topluma yayılması
    konusunda yaptığı yatırımlar ve tesisleşmeyle beraber simge klüp rolünü pekiştirmektedir. yoksa kolay da değildir, bölgende olimpiyat
    düzenleyebilmek -1992-, merkezle yıllarca olan kıllaşmaya rağmen, doğal olarak da zamanında bir çok yatırım ve maddi imkandan muaf tutulmuşken. öte taraftan s.kuper bu işin içinde de yine bit aramış ve dönemin uluslararası olimpiyat komitesi başkanı juan samaranch’ın 7,965 nolu klüp kartını (kendilerinin socio kart dediği bu kart memleketimizdeki halinden farklı olarak barcelona’da babadan oğula geçen bir çeşit sülaleboyu kartı olup, bir çok insanın ömür boyu ödeyerek sahip olduğu bir çeşit barça sigortası gibi bir şey, hele şu an 110,000 socio’nun olduğuda düşünülürse.) ifşa ederek kafalarda keyifli bir soru işareti bırakmıştır. e hadi biz de o zaman şöyle bir provakatif çıkışta bulunarak, işi daha vahim boyutlara vardıralım; 108,000 socio kart sahibi papa da bir dahaki kitlesel ayinini vatikan yerine nou camp’ta yapsın. dilin kemiği yok.

    aslında bazı konularda yazarken insafa gelip durmak lazım, çünkü “bir
    klüpten öte bir şey” armasını barça’nın yakasına asan gerekçelerin somut nedenleri olduğu kadar soyut nedenleri de vardır. ve kelimelerin ötesinde yer alan bu anlaşılmaz hissiyat ve sevgi bağı da herhalde en çok bu yazılamaz veya anlamlandırılamaz soyulukta yatar. buna en iyi örnek yine s.kuperin “football against the enemy” adlı kitabında (dilimize “futbol asla futbol değildir” diye çevrildi) barcelona ile ilgili yazısında (benim de sık sık başvurduğum başucu kitabı) katalan sosyolog lluis flaquer ile yaptığı konuşmadan kitaba aktardığı kısa metindir; “profesörden bana barça ile ilgili bir kitap tavsiye edip edemeyeceğini sorduğumda, sadece bir kitapla çıkıp geldi, o da 20 senelik bir kitaptı. ben de bunun üzerine akademisyenlerin nasıl böyle bir klübü görmezden gelebildiklerini sordum.
    “bazı konular vardır”, dedi, “yazılması çok kutsal adledilenler ve bir de
    konular vardır kutsal olmadıkları (lanetlenmiş) düşünülenler.” zannettim ki futbolu kutsal olmayan (lanetlenmiş) diye tanımlayacak. fakat o sözünü “barça, hala çok kutsal’dır.” diye bitirdi.”
    kıssadan hisse, bu saatten sonra lanetlenmemek için, boyumuzu aşmayıp yazımıza noktayı koyalım. sonuçta bu bir 90 dakikalık oyun, ama hiç bir zaman bitmeyen ve asla sadece kendisi olmayan. efsanevi liverpool menajeri bill shankly’nin dediği kadar olmasada (mı acaba) “futbol bir ölüm kalım mücadelesi değildir, ondan da öte bir şeydir.” yanlız bir gerçek var ki, barça’nın bir klüpten ve bir futbol takımından öte bir şey olduğu...

    >kaynakça;
    >1- “football against the enemy” simon kuper
    >2- “gölgede ve güneşte futbol” eduardo galeano
    >3- “takımdan ayrı düz koşu” derleyen tanıl bora ( yazı yiğiter uluğ)
    >4- “futbol ve kültürü” derleyen t.bora/ w.reiter/ r.horak (yazı gabriel
    >coloma)
    >5- “statistics handbook- season 2001/ 2002 uefa kitapçığı.
  • 58
    7 maclık yogun bir mac trafiginin icinde olan takımdır.
    (bkz: 22 nisan 2009 barcelona sevilla maci)
    (bkz: 25 nisan 2009 valencia barcelona maci)
    (bkz: 28 nisan 2009 barcelona chelsea maci)
    (bkz: 2 mayıs 2009 real madrid barcelona maci)
    (bkz: 6 mayıs 2009 chelsea barcelona maci)
    (bkz: 10 mayıs 2009 barcelona villarreal)
    ayrıca hemen ardından ispanya kupasında final macına cıkacak olan takımdır.
    (bkz: 13 mayıs 2009 barcelona athletic bilbao maci)
    (bkz: oha!)
App Store'dan indirin Google Play'den alın