• 29
    allah biliyor ya hiç umudum yoktu o sabah uyandığımda. hatta uyanmak istememiştim. akşam olacaktı ve fenerbahçe denizli'den istediği sonuçla ayrılıp şampiyon olacaktı. ben de bütün gece boyunca son ses müzik açıp sokakta eğlenen fenerbahçelilerin seslerinden, arabalarının o sevimsiz korna sesinden yalıtmaya çalışacaktım kendimi. televizyon açmam da söz konusu değildi çünkü bütün kanallar sarı-lacivert olacaktı. işte bu psikolojiyle uyandım o sabah. annem yüzümün neden asık olduğunu sordu. ben de bir ay sonra 2. kez gireceğim ve son şansım olarak gördüğüm öss'nin yarattığı stresi bahane ederek yalan söyledim. ancak bütün bu psikolojinin içinde aklımda bir soru işareti vardı. neden? diyordum. hasan kabze o golü attıysa nedensellik ilkesine göre bir sebebi olmalıydı. içimi rahatlatan tek düşünce de buydu o sabah. neyse kahvaltı falan yaptık ailecek. annem akşama anneannemlere gideceklerini, teyzemlerin falan bütün aile orada olunacağını söyledi ve akşama dışarı çıkıp çıkmayacağımı sordu. hemen gelirim sizinle diye yanıt verdim. çünkü o gün zaten dışarı çıkasım yoktu. çoğu arkadaşım* da zaten akşamki maçları izlemeye gidecekti. o psikolojiyi evde tek başıma yaşamak istemiyordum ve annemin yaptığı teklif benim için bir velinimetti. orada hiç değilse muhabbetle falan vakit geçerdi. neyse akşam oldu gittik anneannemlere. yemek falan yedik bu arada maçlar da başlamıştı. yemekten sonra oturma odasına gittim ben. hiç istemesem de maçlarla ilgilenmeden duramıyordum. babam mutfakta radyodan takip ediyordu maçı. aile üyelerinin geri kalanı salonda muhabbet ediyorlardı. daha sonra koridorda babamın ayak seslerini işittim. benim oturduğum odaya doğru geliyordu. maçları takip ettiğini bildiğimden maçlarla ilgili bir haber vereceğini tahmin etmiştim. acaba iyi haber mi verecekti kötü haber mi? o kısacık koridoru babam yaklaşık o ayak seslerini duyduğumdan 2 saniye sonra geçip odaya ulaştı. o 2 saniye 2 yıldı benim için ama gecenin ilerleyen saatlerinde olacak olanlarla kıyaslayınca bu zaman geçmemesi durumu daha başlangıç sayılırdı. babam benden daha hasta galatasaraylıdır. odaya geldiğinde hemen yüzüne baktım bir duygu alabilmek için. ifadesizdi. zaten onun da hiç umudu yoktu ve sabahtan beri belki de hayal kırıklığına uğramamak ve olası kötü sonuca kendimizi hazırlamak için içimizde umut beslememiştik. hemen "attı mı fener?" diye sordum. "yok biz attık" dedi. "iliç mi?" dedim. güldü "nereden bildin" dedi. "sami yen'de o atıyor genelde diye karşılık verdim.** ardından "fener maçı nasıl gidiyor" diye sordum. "valla çok yavan bir maç, pozisyon falan pek yok ama fener sıkıştırır herhalde bir tane" diye cevap verdi. babam radyodan bile maçın gidişatını anlayacak kadar bilir futbolu. umutlu konuşmamıştı ama ben o cümlelerden alacağımı almıştım. yavan bir maç demişti babam sonra da yine kendini umutlandırmamak için fener sıkıştırır bir tane demişti. o kendini umutlandırmak istememişti ama benim içime o dakikada umut girmişti. daha sonra odada televizyon izlemeye devam ettim ve ilk yarılar sona erdi. 45 dakika öncesinde karalar bağlıyordum ama işte tam o anda içimde umut parıltıları hissediyordum. devre arası dahil 60 dakika kalmıştı. ne olacaktı acaba 60 dakika sonra. devre arası bitti ikinci yarı başladı. ben ise artık iyice heyecanlamaya başlamıştım ve kendimi kontrol edemiyordum. bu heyecanla tek başıma başa çıkamayacağımı anlayıp salondaki muhabbete katılmaya karar verdim. koridorda salona doğru yürüyordum. bir kaç adım sonra sağ tarafıma, mutfağın açık kapısından içeri baktım. babam radyodan maçları takip ederken sigara üstüne sigara içmiş ve mutfağı bir sis perdesi bürümüştü. bu ortamda annem de çay demlemeye çalışıyordu. bir an babamla göz göze geldik. "nasıl gidiyor?" diye sordum. "aynı" diyerek cevap verdi. bunun iyi bir haber olduğunu varsaydım ve koridorda salona doğru yürümeye devam ettim. salonda anneannem, teyzem, fenerbahçeli ablam, onun o gün 2 yaşında olan oğlu* ve beşiktaşlı eniştem* oturmaktaydı. hepsi koltuğa oturmuştu ama enişten rakısı ve peynirini almış masada oturmuştu. ben de onun yanına masaya oturdum. muhabbet etmeye başlladık. enişten spor, sanat, siyaset ve benzeri birçok konuda muhabbet edilebilecek bir insandır. anlatıyordu bana bir şeyler ama ben duymuyordum. çünkü aklım hep maçtaydı. maçlarda dakikalar 60 olmuştu. alakasız bir muhabbettin içinde "yaa atacaklarsa şimdi atsınlar sonra maçın sonuna denk getirip de yıkmasınlar beni" dedim. güldü eniştem "korkma bir şey olmaz" dedi. dakikalar ilerledi artık kendimi kontrol edemez bir hale gelmiştim. salondaki herkes dehşetle bakıyordu bana. benimse hiçbirsey umurumda değildi. babam da dayanamamış radyoyu kapatmış ve oturma odasında trt 1'deki stadyum programını izlemeye başlamıştı. dakikalar 88 olmuştu. bütün sokağı inletecek bir gooooool sesi yankılandı mahallede. o an işte ömrümden ömür gitti benim. bu kadar yüksek ses çıktığına göre kesin fenerbahçe atmıştı golü. çünkü galatasaraylılar kendi maçlarını izliyorlardı, öbür maçtan haberleri olamazdı ve eğer biz atsak bu kadar ses çıkmazdı çünkü şampiyonluk bizim elimizde değildi. fenerbahçeli ablam benim o halimi görüp "ayy inşallah denizli atmıştır da üzülmez kardeşim" deyip odadan hızla çıkarak oturma odasına doğru koşmaya başladı. oturma odasından da babam bağırıyordu " denizli attı denizli attı". ablam koridorun yarısından geri döndü ve o da "denizli atmış" diye bağırdı. o an... bilmiyorum inanılmaz bir duyguydu. oturduğum yerden ok gibi fırladım koridorda "şaaaaampiyon" diye bağırmaya başladım. oturma odasına koştum. babamın yanına oturdum ve stadyum'u izlemeye başladım. dakika 88'di. evet şampiyonduk. fener 3 dakika hadi uzatmasıyla 5 dakikada atsa atsa 1 gol atabilirdi ve bize beraberlik de yetiyordu. ömer üründül maçın 7 dakika falan uzayacağını ama şu saatten sonra artık çok da bir şeyin değişmeyeceğine inandığını söyledi. bu da iyiydi 7 dakika da 2 gol çıkarmak için az bir süreydi. bu duygularla ekran başında maçların bitmesini beklerken erdoğan arıkan kalbime bir bıçak sapladı. "ve denizli'de maç 16 dakika uzuyor"... işte bu sözler kalbime ok gibi saplandı. 16 dakika 2 gol atılabilecek bir süreydi. kalktım ve moralim bozuk bir şekilde salona döndüm tekrar. salondakilere durumu anlattım 16 dakika daha bekleyeceğiz dedim. bu arada evde de bir kaos olmuştu o dakikalarda. başımı öne eğerek ve tırnaklarımı yiyerek salonu turlamaya başladım. bir yandan da içimden saniyeleri sayıyordum. 1,2,3,4,...,62,63,64,...,105,106,107,.... neden sonra enişten beni yanına çağırdı. maçın bitimine 10 dakika vardı. eniştem aynı zamanda adanalıydı. bir sezon önce malatyaspor'un adanaspor'un düşmesinden illegal bir biçimde rol aldığını düşündüğünden malatyaspor'un düşmesini, dolayısıyla denizlispor'un galibiyetini istiyordu o da. ayrıca içten içe de bir beşiktaşlı olarak galatasaray'ın şampiyonluğunu fenerbahçe'nin şampiyonluğuna tercih ediyordu o sezon çünkü fenerbahçe o sezon çok çirkinleşmişti. "oğlum bak maçın bitimine neredeyse 10 dakika var. fenerbahçe 10 dakikada 2 gol atamaz. sakin ol biraz." dedi bana. gerçekten de düşününce normal bir maçta 80. dakikaya 1-0 yenik giren takımın maçı 2-1'e çevirmesi çok zordu. tam bu esnada büyük bir bağırış geldi. hemen içeri otuma odasına koştım. babam, yüzü kıpkırmızı bir şekilde attı fener dedi. o an kan beynime sıçramıştı. daha 10 dakika vardı ve bir gol daha atabilirlerdi. hemen salona geri döndüm. bu sefer yüzümde çok büyük bir mutsuzluk, hareketlerimde de panik vardı. salonda oturan aile fertleri ciddi bir şekilde endişeleniyorlardı durumuma. annem "çay koyayım mı sana?" dedi. sonra! diye diye karşılık verdim. bu sefer enişten çağırdı yanına. rakısını uzatarak "al iç şundan biraz rahatlarsın" dedi. bir iki yudum aldım. hiç bir şey hissetmiyordum. halbuki eniştem rakıyı seke yakın sertlikte içerdi ve ben de alkola toleranslı biri değildim ama o an o rakıyı hissetmiyordum işte. dakikalar geçmiyordu bir türlü bense yine başım öne eğik bir şekilde tırnaklarımı yemeye ve salonun ortasında volta atıp durmaya devam ediyordum. salondaki kaos ortamı devam ediyor ve kimse muhabbet edemiyordu. bir kısmı çaylarını içmeye çalışırken 75 yaşındaki anneannemle 2 yaşındaki yeğenim olanları anlamaya çalışıyordu. maçın sonlarına yaklaşmıştık artık. eniştem hala boşuna panik yaptığımı ve fenerbahçe'nin gol atamayacağını iddia ediyordu. ayrıca malatyaspor'un düşeceği kesinleşmiş ve onun keyfi biraz yerine gelmişti. eniştem bu sözü söylediği sırada sokaktan yine bir gürültü koptu. çok korkmuştum hatta kan yine beynime sıçramıştı ama bu ses sanki gol sesi değil gibiydi ya da ben kendimi kandırmaya çalışıyordum. bunun öğrenmenin tek bir yolu vardı. hemen oturma odasına babamın yanına koştum. babam iyice çökmüştü o dakikalarda. "korkma appiah kaçırdı ama bastırıyor fenerbahçe." dedi. gerçi babamın bastırıyor fenerbahçe lafı biraz rahatsız etmişti ama sonra bunun doğal bir şey olduğunu ve fenerbahçe'nin tabi ki de bastıracağını fark etmiştim. o esnada televizyona baktım. appiah'ın kafa vuruşunun direkten döndüğünü anlatıyordu erdoğan arıkan. sonra da salona gitmedim artık zaten 3-4 dakika kalmıştı ne olursa olacaktı artık. ben de babamla stadyumu izlemeye başladım. son dakikalara doğru erdoğan arıkan "appiah, gol pozisyonu..." cümlesini kurdu ve o dakikada yine kalbime doğru ilginç bir akıntı hissettim. babam da yumruklarını sıkmıştı o an. neyse ki erdoğan arıkan çok fazla bekletmedi ve "ve top yandan dışarı çıkıyooor." dedi. yine rahatlamıştık. diken üstünde birkaç dakika daha geçirdik ve sonunda bütün gün beklediğimiz haber yine erdoğan arıkan'dan gelmişti " ve selçuk dereli son düdüğü çalıyor... şampiyon galatasaray". o an mahalleden büyük gürültü koptu. balkona çıktım. mahellenin galatasaraylı gençleri caddeyi kapatmış bayraklarla formalarla şampiyonluk kutluyordu. o an idrak ettim durumu. şampiyon galatasaray'dı. bütün sezon boyunca çekilen sıkıntılar, geciken maaşlar, idmanlarda yapılan boykotlar, sürekli fenerbahçe lehine bizim alehimize yapılan hakem hataları, kısıtlı kadroyla fenerbahçe'nin tarihinin en kuvvetli kadrosuna karşı yapılan onur mücadelesi... hepsi ama hepsi son bulmuştu. galatasaray tarihinin en temiz, en beyaz ve en onurlu şampiyonluğunu kazanmıştı. çok istiyordum bu seneyi. hatta bu sene şampiyon olalım gerekirse 3 sene olmayalım diye dua ediyordum allah'a. sonunda olmuştu. sonu da bu önemli bütün sezon gibi efsane olmuştu bu senenin.

    işte doğadaki her türlü duyguyu tattığım 14 mayıs 2006 günü böyle geçmişti benim için. bu kadar zor bir gündü ama şimdi sorsalar o günü bir daha yaşamak ister misin diye. hiç düşünmeden evet yanıtını veririm.
  • 147
    ilahi adaletin tecelli ettiği bir sezonda, şampiyonluğumuzu 16 dakika diğer maç sonucunu bekleyip ilan ettiğimiz tarih.

    2 puan farkla şampiyon olduk fakat puan farkının daha fazla olması gerektiği bir sezondu, tıpkı bu sezon gibi.

    en aklımda kalan maç ise, anelka’nın 2-0 geride oldukları konyaspor’a dk.70’te elle attığı ilk gol sayesinde maçı çevirip, konyada 3 puan aldıkları maçtı. aynı maç içinde skor konyaspor lehine 2-0 iken, hakem fenerbahçenin bir kırmızı kartını es geçmiş, konyaspor’un bir penaltısını da vermemiştir. zaten hakemlik hayatı bitti o maçtan sonra.

    sonra bu haksızlıklar dönüp dolaşıp sezon sonu denizlide bir şekilde sahibini buluyor işte. karma de, ilahi adalet de, evren de, ne dersen de.
  • 139
    bir başka "kumpas"a konu olan maç. mayıs ayı bizim için kutlama ayıyken suyun karşı tarafın için kumpaslar ayı şeklinde ilerlemekte.

    32 yaşında birisi olarak her anını hatırladığım ilk şampiyonluktur. belki de bu sebepledir ki en özel şampiyonluğumuz olduğunu da hep düşünürüm ve düşünüyorum da. yokluk içinde çıkan bir şampiyonluk. başta eric gerets olmak üzere emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. bir kez daha tarihin akışını değiştirdiğimiz ve fener'in dominasyonuna, 4 sene üst üste şampiyonluğuna sekte vurduğumuz şampiyonluktur. denizli'den gelen o güzel gol haberi, bayram yerine dönen ali sami yen ve mutluluktan sevinen ve ağlayan milyonlar. çok seviyoruz galatasaray'ı be.
  • 153
    öncelikle insan, takvimler mayıs ayını gösterdiğinde, hele bir de 10 mayıs'a falan geldiğinde iyi ki galatasaraylıyım diyebiliyor. her gün ayrı bir günü yad edebiliyoruz, kimi zaman sahasında kupa kaldırdığımın çocuklarını anıyoruz. uefa kupasının ellerimizde yükseldiği günü anabiliyoruz, türkiye kupası finalinde çubuklulara 5 tane atıp kupayı kaldırdığımı mayıs günü bizim en son aklımıza gelen gün bile olabiliyor. ama bu 14 mayıs 2006'nın hikayesi çok başka.
    bir çok renktaş için bu şampiyonluğumuz ve 12 mayıs 2012 fenerbahçe galatasaray maçı sonrası gelen şampiyonluk en epik şampiyonluğumuz konusunda hep yarışır ve yarışacaktır da. ama bu şampiyonluk gelmese bizim marşlarımızda söylediğimiz 4 sene üst üste şampiyon olduk gururuna tek başımıza sahip olamama tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirdik. o dönemler fenerbahçe'nin milenyum sonrası en büyük üstünlük kurduğu dönemdi. 2003-2004 ve 2004-2005 sezonlarını şampiyon bitirmiş, 2006-2007 sezonunu da aynı şekilde şampiyon bitirecek bir takım vardı ortada. o yüzden 4lemeyi tamamlamadan araya bir şampiyonluk sıkıştırmak, üstelik bunu böyle efsanevi şekilde yapmak, hem gerçek hem mecazi manada elin kolun çok karıştığı bir sezondan alnımızın akıyla çıkmak her zaman gurur verici olacaktır.
    ne mutlu ki bu tarihi mutlulukla anabiliyoruz.
  • 127
    şafak 97 derken, erat binasının arkasında küçüçük bir radyonun başında geçmeyen 16 dakika…
    bitiş düdüğüyle birlikte bölüğü şampiyon diye inletme ve nöbetçi subaydan yalvar yakar alınan gece 12’ye kadar televizyon izleme izni.
    14 mayıs 2006 benim için böyle geçmişti.
    ertesi gün çarşıya göreve çıkacak arkadaştan bütün spor gazetelerini istemiştim.
    öğlene kadar hepsinin keyifle okumuştum.
  • 114
    bence tanrının varlığının ispatlarından birinin yaşandığı tarih. fenerbahçe'nin 2001'den beri yaptığı haksız her şeyin bedelini ödediği gündür o gün. hem de cümle aleme ibret olurcasına. her şeyi unuturlar, o sezon hala acı verir onlara. galatasaray'ın da 2002'den beri yaşadığı her haksızlığın, çektiği her sıkıntının karşılığını aldığı gündür. şimdi bana 2020-21 sezonunda niye kazanamadık o zaman filan diyenler olacak. o gün de 7-0'lık bir hileyle kaybettik. onun da hesabı ilahi adalette karar bekliyor bana kalırsa. ne derler zaten, hayatta kısa vadede kötüler, uzun vadede iyiler kazanır. bundan sonrasını yaşayıp göreceğiz.
  • 100
    13 yaşındaydım sanırım. ailemle kalamışa kahvaltıya giderken formam üzerimdeydi. bütün gün boyunca fenerbahçelilerin garip bakışlarına maruz kalmıştım. bi hafta öncesinden başlamıştım doğal olarak puan hesaplarına. kararımı vermiştim fener yenilecek biz de yenip şampiyon olacaktık. denizli'nin zaten puana ihtiyacı vardı, her şey çok basit olacaktı. kalamış'tan dönerken stadın yanından geçiyorduk, yoğun ısrarlarımla arabayı durdurttum, annem ve kardeşim taksiye bindi eve dönmek için ben ve babam ise maça 1.30 saat kala bilet aramaya koyulduk. babam kapalının eskilerinden, annemi balayı diye galatasaray-milan maçına götürmüş, tivoli meydan muharebesinde yer almış adam. pek de zor olmadan bi şekilde kombine bulduk, kapalı alttı sanırım net hatırlamıyorum, oyuncuların tv'den denizli maçını takip ettiği tribünün yan kısmıydı. o kadar emindim ki şampiyon olacağımızdan. rahat geçen maçta gol haberini aldığımızda yaşadıklarımı tarif etmeye kelimelerim yetmez. hep diyorum galatasaray bir kültür, özellikle de benim karakterimin temel taşlarından. bana asla vazgeçmemeyi, imkansızın olmadığını, umudun ne kadar kıymetli olduğunu gösteren. iyi ki varsın galatasaray, iyi ki galatasaraylıyım.
App Store'dan indirin Google Play'den alın